Kılıçdaroğlu “İmamoğlu ile baba oğul gibiyiz” diyor. Madem öyle, en zor anında oğlunun yanında niye değildin, diye sorulmaz mı? “Ama ben o gün, karar çıkmaz sanıyordum.” Bu bir mazeret değil, siyasi öngörüsü olmayan liderlik yapamaz. O gün orada Akşener değil sen olmalıydın.
Sormak lazım: Akşener’in İmamoğlu’nu öne çıkarmasından Kılıçdaroğlu neden rahatsız oluyor. Cumhurbaşkanlığına soyunurken ortağına sormamışsın, ortada ortaklaşa alınmış bir karar da yok, müttefikin senden farklı düşünüyor olamaz mı? “İç işlerimize karışmayın” ültimatomu vermek de ne oluyor?
Sonra eleştirilince, İmamoğlu çağırılıyor, parti ricali önünde “biz baba oğul gibiyiz” söylemiyle hasar onarılmaya çalışılıyor. Kamuoyu bunu görmüyor, anlamıyor mu?
Erdoğan sandığa doğru giderken, koşulları kendisi için elverişli hale getirmek üzere adımlar atıyor. Muhalefeti hazırlıksız yakaladığı için de sonuç alıyor. Bir yandan kendisini alt eden tek rakibi İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesinin önünü kesmeye çalışıyor. Altılı Masa içinde karışıklık yaratıyor, bir yandan da kamuoyunu İstanbul’a el koymak üzere hazırlıyor. Anlayacağınız Seçime giden yolda temizlik yapıyor. Sandıktan çıkabilecek tek aday olmak istiyor.
Kılıçdaroğlu ise hiç gereği yok iken türbanı gündeme getirerek, muhalefetin ayağına kurşun sıkıyor. Erdoğan bunu ayağına verilen gollük pas ilan etti. Sayesinde, hazırladığı anayasa teklifi ile seçimlerde kitleleri manipüle edecek bir araca daha sahip oldu.
Bu durumda sorulması gereken soru şu: Altılı masa Erdoğan’ın bu hamlelerine nasıl karşılık verecek?
Kılıçdaroğlu Akşener’in çekincelerini görmezden gelerek ille de Cumhurbaşkanı adayı ben olacağım diye tutturacak mı? Yüksek Seçim Kurulu başkanından gelen “sandıktan çıksa da mazbata verilmez” Erdoğan arkalamasını, adaylığını desteklemek için mi kullanacak. Erdoğan’ın aday olarak karşımda seni istiyorum açık dayatmasına, ateşe koşan pervane gibi boyun mu eğecek?
Muhalefet, İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı gösterirse ne olur? Seçime beş kala İmamoğlu’na siyasi yasak mı gelir? Sandıktan çıkabilecek en önemli alternatifin yasa uygulayıcıları eliyle yarış dışı bırakıldığı sürece, seçim denir mi?
“Ahmak” diyene siyasi yasak gelecek, “Sürtük” diyen sandıkta tek kalacak; bu oldubitti ile “seçime” gidilecek öyle mi? Bunu polisi, derin devleti, yasaması, iş çevreleri ile zinde güçler içlerine sindirebilecekler mi? Toplum bu kadar çaresiz mi? Öyleyse geçmiş olsun.
İstanbul sahipsiz kalacak diye endişelenenler, İmamoğlu’nun adaylığına karşı çıkıyor. İyi de Türkiye’nin başına devletin bütün gücünü kullanarak geçen, İstanbul’u size bırakır mı?
Ama seçim, her türlü müdahaleye rağmen doğru değerlendirilebilir, ülkeye sahip çıkılabilirse ortada zaten AKP gibi bir parti kalmayacak, o zaman İstanbul’a da sahip çıkmış olacaksınız.
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı "Kişi adayken siyasi yasak gelirse, seçime girer ama kazansa bile mazbatasını alamaz" demiş. İmamoğlu seçime girip oylarının %70’ini alacak, Yüksek Seçim Kurulu İmamoğlu’na beratını vermeyecek, öyle mi? Bunun olduğu yerde zaten ortada bir seçimden söz edemezsiniz.
Kılıçdaroğlu “İmamoğlu ile ben baba oğul gibiyiz” demiş. Sosyal Demokrat partide benim bildiğim yoldaşlık ilişkileri olur. Siyasal yaşamda baba oğul vurgusu, hükmedenin, hüküm sahibi olduğunu hatırlatması olarak algılanabilir. Ama ben Kılıçdaroğlu’nun samimiyetine inanıyorum. CHP’yi bir aile gibi, kendini de bu ailede bir baba gibi görüyor. Olabilir, ne de olsa Biat kültüründen geliyoruz.
Öyle de olsa bir baba, başarıdan başarıya koşan oğlunun önünü kesmez. “Oğlum yolun açık olsun, korkma arkanda ben varım” der. Babalar oğulları için fedakârlık ederler.