Makalemin başlığı, adını ünlü bir filmden alıyor. Amerikan yapımı olan bu dizi film 1985 yılında TRT’de yayınlandı. Orijinal adı “The Day The Bubble Brust” olan bu dizi film, 1929 dünya ekonomik bunalımı sırasında Amerika’da yaşanan son derecede dramatik ekonomik ve toplumsal olayları konu ediniyor. Dizi filmdeki olaylar, 1929 yılının Ocak ayında başlıyor. 1929 yılının Ekim ayında son buluyor. Yani film, Amerikan tarihinin, tüm dünya ülkelerini de derinden derine etkileyen en ünlü ekonomik bunalım günlerinin başlangıcını anlatıyor. Ünlü film adını, Amerika’da menkul kıymetler borsasının çöktüğü, tüm büyük şirketlerle birlikte bankaların da iflas ettiği, milyonlarca işçinin birdenbire işsiz kalarak hayatlarının karardığı, zenginlikle özdeşleşen Amerikan rüyasının tıpkı bir balon gibi söndüğü 24 Ekim 1929 gününe verilen isimden alıyor. Dizi filmin Türkiye’de gösterime girmesi sırasında da bazı ilginç olaylar yaşanıyor. Dizinin 1985 yılında TRT’de gösterilmeye başlandığı sıralarda adına banker faciası denilen, yakın ekonomi tarihimizin en büyük skandallarından birisi patlak veriyor. Yüksek faiz geliri elde etmek için tüm paralarını bankerlere yatıran vatandaşlar, bankerlerin iflas edip sırra kadem basması sonucunda tüm varlıklarını kaybediyorlar. Ortalık yerde beş parasız ve sahipsiz bir şekilde kala kalıyorlar. İçlerinden bazıları kendilerini yakarak intihar ediyor. O zamanki siyasal iktidarın desteklediği bu yüksek faize hücum politikası tam bir ekonomik ve sosyal faciaya dönüşüyor. Devlet destekli bu rezalet ile dizi filmde anlatılan bazı olayların örtüşmesi üzerine dizi film apar topar yayından kaldırılıyor. Üç yıl boyunca arşivlerde bekletildikten sonra 1988 yılında yeniden yayınlanma olanağına kavuşuyor. Dizi film, Kapitalizmin öldüresiye rekabet ortamında, aşırı kâr hırsıyla gözleri kararmış olan öngörüsüz yöneticilerin bir toplumu ve giderek de tüm dünyayı nasıl bir ekonomik ve toplumsal felakete sürüklediklerini ve 1929 Büyük Dünya Ekonomik Bunalımına neden olduklarını tarihi gerçeklerine uygun bir biçimde anlatıyor. Belgesel niteliğindeki bu dizinin tüm iktisat, işletme, finansman okuyan öğrencilere bir eğitim filmi gibi izletilmesinin çok yararlı ve öğretici olacağına inanıyorum. Her neyse, burada sözü edilen 1929 Büyük dünya ekonomik bunalımı tüm dünya ülkelerinde çok büyük ekonomik travmalar yaratmıştır. 1923 yılında henüz kurulmuş olan yeni ve genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bundan olumsuz etkilenmiştir. 1911-1922 yılları arasındaki 12 yıllık dönemi kesintisiz bir şekilde yıkıcı savaşlarla geçiren Türk toplumu, çok büyük yoksunluklar içerisinde yeni ve çağdaş bir devlet kurma işine koyulmuştur. Henüz yolun başındayken böylesine büyük bir ekonomik krizle karşılaşmak genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin karşısına çıkan en büyük talihsizliklerden birisi olmuştur. Çünkü devlet, yapacağı yatırımların tümünü durdurmak zorunda kalmıştır. Yine de genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu ekonomik krizi büyük Atatürk’ün üstün dehasıyla, dünyada ilk ve tek olarak yürürlüğe konulan “Karma Ekonomik Model”le aşmasını bilmiştir. Adına karma ekonomik model dediğimiz modelde; devletçilik, merkezi planlama ve sosyal politika gibi fonksiyonlar sosyalist ekonomik modelden örnek alınmış ve kapitalist ekonomik modelin serbest piyasa ve kişisel girişimcilik fonksiyonlarıyla birleştirilerek yeni ve özgün bir ekonomik model oluşturulmuştur. Bu modelin bir gereği olarak ilk defa 5 yıllık kalkınma planı hazırlanmış, o yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı gibi bir teşkilat olmadığı için bu planın uygulanması görevi Sümerbank’a verilmiştir. 5 yıllık olarak hazırlanmış olan bu plan, 4 yılda tüm hedeflerine ulaşmıştır. Bizim planlama tarihimizde tüm hedeflerine ulaşmış olan ilk ve tek kalkınma planı Atatürk’ün öncülüğünde hazırlanmış olan bu plandır. 1961’de planlı döneme geçildikten sonra bugüne kadar hazırlanmış olan 13 planın hiç birisi de hedeflerine ulaşamamış ve çoğunlukla kâğıt üzerinde kalmıştır. Türkiye gibi ekonomik kaynakları sınırlı olan ülkelerde, ekonomik sorunlarla baş etmenin ve refah toplumu yaratmanın yolu bugün bile karma ekonomiden ve planlı kalkınma modelinin uygulanmasından geçmektedir. İçinde yaşadığımız şu günlere gelince; konunun uzmanları, yüz yılın felaketi olarak tanımlanan Kovid-19 pandemisinin, enerji krizlerinin ve ardından çıkan Ukrayna-Rusya savaşının da etkisiyle dünyanın tüm ülkelerinde ekonomik yapının 1929 dünya ekonomik bunalımı öncesindeki belirtileri göstermeye başladığını söylemektedirler. Ancak Türkiye açısından yapılan yorum ve değerlendirmelerde ise, ekonomik durumun öteki dünya ülkelerinden biraz daha farklı bir seyir izlediğini belirtmektedirler. Kimi yayınlarda, Türkiye’nin dış borcunun milli gelire olan oranının %62’ye kadar yükseldiği yazılıp çizilmektedir. Buda demektir ki, Türkiye milli gelirinin tamamını dış borçlarına ödese bile geriye %38’lik bir kaynağa daha ihtiyaç duyacaktır. Bu durum başlı başına çok ciddi bir ekonomik sorundur. Dış borcun milli gelire olan oranının yükselmesi ekonomik bir olgudur. Ama unutulmamalıdır ki, dış borcunun milli gelire olan oranı %45’i geçen ülkelerde sosyal, siyasal, eğitsel, hukuksal ve kültürel birtakım olaylar da meydana gelir. Toplumsal çalkantılar başlar ve bu çalkantıların önü bir türlü alınamaz. Ülkemizin ekonomik sorunları yalnızca dış borçla bitmemektedir. Dış borçtan başka, ülkemizin güncel ekonomik durumuyla ilgili olarak yapılan kimi yayınlarda Türkiye’de kişi başına düşün mili gelirin 12 bin dolarlardan 8-9 bin dolarlara kadar düştüğü gösterilmektedir. Bunun ekonomi dilindeki adı düpedüz topyekûn yoksullaşmadır. Yoksullaşma olgusuna ilişkin olarak çeşitli kişi ve kurumlar tarafından yapılan bazı araştırmalarda; Türkiye’de bugüne kadar misli görülmemiş bir yoksullaşma sürecinin yaşandığını belirten istatistiki bilgilere yer verilmektedir. Gazete ve televizyonlarımız, okullarına aç giden her düzeydeki öğrencinin haberleriyle dolup taşmaktadır. Genel olarak tüm temel gıda ve ihtiyaç maddesi fiyatları aşırı derecede yükselmiş, buna karşın halkın satın alma gücü ise belirgin bir şekilde düşmüştür. Borsa İstanbul’da yabancı hissesi yok denecek kadar azalmıştır. Yabancı yatırımcılar Türkiye’deki hisselerini satarak yurt dışına döviz götürmektedirler. Başta Amerikan Merkez Bankası olmak üzere çeşitli uluslararası finansman ve derecelendirme kuruluşları, Türk lirasının dünyanın en zayıf parası olarak en sonda yer aldığını tüm dünyaya ilan etmektedirler. Maliye Bakanımız Sayın Nebati bile bir televizyon programında “Türk Lirasının dibe vurduğunu ve artık gidecek yerinin kalmadığını” açıklamıştır. Döviz ve altın fiyatlarındaki artış bir türlü durdurulamamaktadır. Bu durum, dar gelirli ve yoksul kesimlerin sırtındaki geçim yükünü her geçen gün biraz daha arttırmaktadır. Ekonomi gazeteciliğinin duayenlerinden İktisatçı Ege Cansen, Sözcü Gazetesine verdiği bir demeçte; emeklilere iki bayram ikramiyesi ve destek paketleri ile birlikte kamunun ihtiyacı olan para için Merkez Bankasının karşılıksız para bastığını, gözlerden kaçan bu detayın sonuçlarının ise Türkiye ekonomisi için yıkıcı etkileri olabileceğini belirtmiştir. CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak gibi ekonomi ve hazine kökenli bazı siyasetçiler, ülkemizde hesapsız kitapsız bir şekilde karşılıksız para basıldığını ve bu durumun enflasyonu hızla tırmandıracağını sıklıkla dile getirmektedirler. Dünyanın en önemli ekonomik tahmin ve analiz kuruluşlarının hazırladığı ve ülkemizdeki ekonomi gazetelerinde de yayımlanan çeşitli raporlarda; Türkiye’deki kredi büyümesinin, Merkez Bankası rezervlerinin azalmasının, cari açıktaki artışın ve Merkez Bankasının dolara müdahale edebilmek için kamu bankalarından ödünç döviz alması nedeniyle ortaya çıkan kamu bankası açıklarının ekonomi için çok büyük risk oluşturduğu tespitlerine yer verilmektedir. Bilindiği gibi ülkemizde Aralık ayı, işçi, memur ve emekli maaşlarına yapılacak zam oranlarının tespit edildiği aydır. 2023’ün seçim yılı olası nedeniyle EYT Kanununun çıkartılacağı, asgari ücretin yükseltileceği, memur ve emekli aylığı zamlarının yüksek tutulacağı söylenmektedir. Bazı siyaset adamları ise, yeterli kaynak bulunmaması nedeniyle yapılacak olan bu yüksek oranlı zamların karşılıksız para basılarak karşılanacağını iddia etmektedirler. Son zamanlarda, bu yöndeki iddialar gazete ve televizyonlarımızda daha sıklıkla yer almakta ve ne yazık ki bir türlü de yalanlanmamaktadır. Bütün bu belirtiler tıpkı 1929’da olduğu gibi balonun iplerinin kopmak üzere olduğunun göstergeleridir. Eğer acil önlem alınıp balonun iplerinin kopması önlenemezse korkarım ki, toplum olarak hepimiz çok ağır ekonomik ve sosyal bedeller ödemek zorunda kalabiliriz. Önemli olan, alınacak önlemlerin yerinde ve zamanında alınmasıdır. Yoksa, iş işten geçtikten sonra, eskilerin deyimiyle “Badel harab ül Basra” yani Basra harap olduktan sonra önlemler alınıp düzenlemeler yapılmasının hiç kimseye hiçbir yararı olmayacaktır.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL