Ülkemizde, yaklaşık olarak 30 yıldan beri aynı ölçümleri yapan uzman bir kuruluş olan DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasının Araştırma Merkezi (BİSAM) 2022 Aralık’a ilişkin Açlık ve Yoksulluk Sınırı rakamlarını açıkladı. Araştırmaya göre, Türkiye’de dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı (açlık sınırı) 2022 Kasım ayında 7 bin 818 TL iken, aralık ayında 8 bin 167 TL’ye yükseldi. Yine aynı araştırmaya göre Türkiye’de, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ise kasım ayında 27 bin 41 TL iken aralık ayında 28 bin 249 TL’ye çıktı. Bunlar sadece kâğıt üzerinde ve söylemde kalan uçuk ve fantastik rakamlar değil. Açıklanan bu rakamlar, hepimizi çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu rakamlara göre, ayda hanesine 28 bin 249.-TL girmeyen hane halkı yoksul ve 8 bin 167.- TL gelir elde edemeyen hane halkı ise, artık açlık sınırında yaşıyor sayılıyor. Tabii 01 Ocak 2023 tarihi itibariyle asgari ücretlere %54 oranında zam yapıldı. Memur ve emekli aylıkları ise %30 oranında yükseltildi. Ama, açıklanan bu açlık ve yoksulluk sınırı rakamları karşısında yapılan zamlar daha ayını bile doldurmadan erimeye başladı. Ülkenin önde gelen ekonomistleri tarafından bu olgunun en önemli nedeni olarak Türkiye’nin yüksek bir enflasyon ve devalüasyon sarmalına girmiş olması gösteriliyor. Bu sarmal öyle anlaşılamayacak kadar zor ve karmaşık değil. Aslında süreç, çok basit ve sade bir mekanizma şeklinde çalışıyor. Ülkemizde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın beklentileri çıpalayamadığı bir ortamda toplumun enflasyon beklentisi, gerçekleşen enflasyonla şekilleniyor. Bu da kendi kendini besleyen bir enflasyonist atmosfer yaratıyor. Bizim ülkemizde yüksek oranlarda seyreden enflasyon olgusu; zaman zaman inişli ve çıkışlı bir seyir izlese de yaklaşık olarak 45 yıldan beri hız kesmeden aynen devam ediyor. Yüksek enflasyon, Türkiye’de ekonomi alanında bugün ortaya çıkan negatif ekonomik tablonun asıl ve en önemli nedeni olarak değerlendiriliyor. Gerçekten de ülkemizde, özellikle ekonomi alanında yaşadığımız şu son üç yıllık sürece bakıldığında; bir türlü düşürülemeyen ve giderek daha da yükselme eğilimi gösteren enflasyonun yarattığı istikrarsızlık, rahatsızlık ve verdiği zararlar konusu üzerinde hemen hemen tüm kesimler arasında adeta tam bir görüş birliği sağlanmış gibidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ve Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu gibi en üst düzey yöneticiler de bulundukları her ortamda yüksek enflasyondan yakınmaktadırlar. Aynı şekilde tüm muhalefet liderleri, sendika, dernek ve oda temsilcileri, kimi sivil toplum örgütü yöneticileri, kimi ekonomistler ve sokaktaki hemen hemen tüm sade yurttaşlar da enflasyonun varlığından ve yüksekliğinden şikâyet etmektedirler. Enflasyon konusundaki görüş ayrılıkları yalnızca, enflasyonun nedenleri, ne zaman, nasıl ve ne oranda düşürüleceği, enflasyonu düşürmek için hangi yol ve yöntemlere başvurulması gerektiği konuları üzerinde ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, enflasyonun 2023/Şubat ayından itibaren düşeceğini çeşitli vesilelerle dile getirmektedir. Buna karşın Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Nebati ise, enflasyonun 2023 nisan-mayıs aylarında kontrol altına alınacağını belirten açıklamalarda bulunmaktadır. Muhalefet partilerinin her birinin, enflasyon sorununun çözümüne yönelik çok farklı ve birbirinden değişik çözüm önerileri de vardır. Ancak, özellikle de siyasal iktidara mensup kimi yetkili ve görevlilerin somut bir ekonomik istikrar önlemleri paketi veya tutarlı bir mücadele modeli ortaya koymadan, sadece soyut biçimde “Dünyada da enflasyonun yüksek seyrettiği ve enflasyonla mücadele edilerek eninde sonunda enflasyonun düşürüleceği” şeklindeki bazı afaki açıklamaları, ülkemizdeki, artık kronik hale gelmiş olan yüksek enflasyonun düşürüleceği ya da kontrol altına alınacağı yönünde hiçbir umut vermemektedir. Bu çeşit umut vadeden ve içi boş bir söylemden öteye gidemeyen süslü açıklamalar ne yazık ki, ülkemizdeki yüksek enflasyon gerçeğini ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Esasen bazı siyasetçiler, ekonomistler, gazeteci ve yazarlar arasında bilimsel bir uzmanlık konusu olarak tartışılan yüksek enflasyon; bu tartışmaların tamamen dışında, işinde gücünde ortalama sade yurttaşlarımızın, sabit gelirli işçi, memur ve emeklilerimizin, düşük ve dar gelirli yoksul halk yığınlarının günlük yaşamına; temel ihtiyaç mallarına her gün yapılan yüksek oranlı zamlar, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve nihayetinde yoksulluk olarak yansımaktadır. İşte enflasyondan asıl zararı, enflasyon nedeniyle kaybettiği varlığını ve satın alma gücünü üzerine yansıtarak satabileceği bir mal ve hizmete ve servete sahip olmayan bu yoksul ve sabit gelirli geniş halk kesimleri görmektedir. Yüksek enflasyon, bir ülkedeki siyasal iktidarın uygulamış olduğu ekonomik politikalar sonucunda ortaya çıkar. Yani, bir tercihtir. Türkiye’de meydana gelen yüksek enflasyon elbette ki dünya ekonomisinde meydana gelen bazı olumsuzluklardan, salgın hastalık, savaşlar ve karşılıksız para basılması gibi olaylar nedeniyle ortaya çıkan diğer ülke enflasyonlarından etkilenmiştir. Ancak bütün bunların yanında, Türkiye Ekonomisinde karşılaştığımız ekonomik sorun ve zorlukların asıl ve en önemli nedeni, ekonominin kurumsal yapısında son yıllarda ortaya çıktığına tanık olduğumuz kötü yönetimdir. Zaten kıt olan ekonomik kaynaklar, plansız ve programsız bir şekilde savrulmakta ve etkisiz ve verimsiz işlerde israf edilmektedir. Kentsel toprak rantlarının paylaşımına dayalı İnşaat sektörü, ekonominin başat sektörü olarak kurgulanmıştır. Bu nedenle, inşaat sektörünün durması ya da yavaşlaması ekonominin bütünü üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Üretim ekonomisinden vazgeçilmiş, sıcak paraya ve tüketime dayalı bir ithalat ekonomisi oluşturulmuştur. Öyle ki, geçmişte tarım ürünlerinde dünyada kendi kendisine yeten 7 ülkeden birisi ve çok önemli bir tarım ülkesi olan Türkiye’de yetiştirilme olanağı bulunan pek çok ürün, artık yurt dışından ithal edilir hale gelmiştir. Bu durum, ülkemizin dövize olan bağımlılığını arttırmaktadır. Türk parası değer kaybedip dolar ve Euro gibi paralar değer kazandıkça, yurt içinde iğneden ipliğe kadar her şeye zam gelmektedir. Bu durumun süreklilik arz etmesi nedeniyle, ülkede kronik hale gelmiş olan yüksek oranlı enflasyon yaşanmaktadır. Kısaca ve anlaşılır bir dille ifade edecek olursak; fiyatlar genel düzeyinin yükselmesi ve paranın değer yitirmesi olarak tanımlayabileceğimiz enflasyon, orta, dar ve sabit gelirli çok geniş halk kesimlerinin aleyhine, olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Enflasyon nedeniyle, zengin daha zengin ve yoksul ise daha yoksul hale gelmektedir. Yeri ve sırası geldiğinde her zaman söylerim, bir ülkede uzun yıllar boyunca sürmüş olan yüksek bir enflasyon, o ülkede savaş etkisi yapar. Böyle ülkelerde ahlak çöker, suç oranları artar. Tasarruf, yatırım, üretim, dağıtım ve bölüşüm dengeleri bozulur. Güçlünün zayıfı ezdiği ve sömürdüğü bir kuralsızlık ortamı ve altta kalanın canı çıksın düzeni oluşur. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de enflasyonla mücadele etmek ve enflasyon oranlarını istenen akılcı ve gerçekçi düzeylere indirmek her zaman olanaklıdır. Bunlar, saygın ve ciddi bilim insanlarımız tarafından bilinmeyen yöntemler değildir. Enflasyonla mücadelede faiz gibi para politikası araçları ve vergi düzenlemeleri ve bütçe dengeleri gibi maliye politikası araçları kullanılabilir. Ancak bu araçlarla, sadece geçici iyileştirmeler sağlanabilir. Tabiidir ki buna karar verecek olan siyasal iktidarlardır. Enflasyonla mücadelede asıl ve en önemli etken, her alanda üretim artışları sağlamaktır. Üretim artışları sağlanmadan alınacak önlemlerin hiç birisi, enflasyonla mücadelede başarılı sonuçlar veremez. Enflasyon tamamen yok edilip sıfıra indirilemez ama, kontrol edilebilecek düzeylere indirilebilir. Hatta, bilinçli ve kontrollü bir şekilde enflasyonist kalkınma politikaları uygulanarak enflasyon yararlı bir hale bile getirilebilir. Bugün geldiğimiz noktada öyle görünüyor ki mevcut siyasal iktidarımız ekonomik büyümeyi enflasyonla mücadeleye tercih etmiştir. İçerisine girmiş olduğumuz seçim süreci nedeniyle bir kısım kamu harcamasının karşılıksız para basılarak karşılandığı hakkında çok çeşitli yayınlar yapılmaktadır. Siyasal iktidar yöneticileri tarafından bir türlü yalanmayan bu iddialar, ülkemizdeki yüksek enflasyona ilişkin çok vahim sonuçlar doğurabilir. Bu süreç bir şekilde durdurulamazsa, korkarım ki gelinecek olan son aşamada ekonomi yönetimi tarafından enflasyonun kontrolü nün kaybedilmesi tehlikesi mevcuttur. Ülkemiz için asıl tehlike, işte bu enflasyonun kontrolünün kaybedilmesi tehlikesidir. Türkiye enflasyonla mücadelede yeterli deneyim ve birikimlere sahip bir ülkedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1930’larda uygulanan planlı toplumsal kalkınmayı esas alan karma ekonomik model ve 1960’larda Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 5 Yıllık Kalkınma Planlarını esas alan ve ülkemizde uygulandığı dönemlerde %5 enflasyonla, %7 kalkınmayı gerçekleştirmiş olan planlı kalkınma modelleri, tarihsel ve yaşanmış somut örnek olaylar olarak toplumsal hafızamızda kayıtlı bulunmaktadır. 1970’ler, 80’ler ve 90’lardaki siyasal iktidarlar, enflasyonla mücadelede IMF ile stand by anlaşmaları yapma, halka acı ilaç içirme ve kemer sıkma politikaları uygulayarak enflasyonun faturasını zorla da olsa halka ödetme yolunu tercih etmişlerdir. 2000’li yıllarda ise bu kemer sıkma yönteminin daha da ağır bir versiyonu olan Kemal Derviş modeli tercih edilmiştir. AKP iktidarları bu modeli aynen sürdürmüştür. Bu model 2015’lere kadar şöyle veya böyle işlemiştir. Günümüzde ise enflasyonla mücadele konusunda kaçınılmaz ve zorunlu olarak yeniden bir yol ayrımına gelinmiştir. Acaba 1930’lar ve 1960’larda olduğu gibi, enflasyonun zarar ve risklerini nispeten dengeli ve adaletli bir şekilde tüm toplum kesimlerine dağıtmaya çalışan ve planlı toplumsal kalkınmayı esas alan kamucu bir yol mu, yoksa her zaman olduğu gibi enflasyonun faturasını yoksul ve dar gelirli halka ödeten liberal kapitalist bir yol mu tercih edilecektir? Öyle görünüyor ki, bu sorunun cevabını alabilmemiz için 2023 genel seçimlerinin sonuçlanmasını beklememiz gerekecektir. Bu da demek oluyor ki, ülkemizde zaten uygulanmakta olan seçim ekonomisi nedeniyle gittikçe yükselen enflasyon; varlığını aynı hızla sürdürmeye bir süre daha devam edecektir.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL