15 Yıl önce, birbirlerine ‘komünist-faşist’ yakıştırması yapan gruplar arasında yaşanan ilginç bir olayın hikâyesi.
Dün yayınladığım, ‘Nazım Hikmet için Moskova’ya’ başlıklı yazımdan sonraki çalkalanma ile, Nazım Hikmet adeta uyandı.
Yıllar önceki, ‘komünist-faşist’ kavgasının ana aktörlerinden Veyis Güngör ve Mustafa Ayrancı, bugün ılımlı yaklaşımları ile nostaljinin kaynağı oldular.
Dün düşmanca kızgınlık yaşayanlar, bugün dostça gülüyorlar.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Değerli okuyucularım, dün “NAZIM HİKMET İÇİN MOSKOVA’YA…” başlığıyla yayınladığım haber-yorum, gerek Hollanda ve gerekse Türkiye’de olumlu bir şekilde yankılandı. Şahsıma gelen telefon, email, whatsapp ve meseenger mesajlarında,
geçmişte ‘vatan haini’ ilan edilmiş Nazım Hikmet’in, şimdi nasıl bir dostluk simgesi olduğu anlatılıyordu.
Gelen mesajlar beni, arşivimi araştırmaya zorladı. Arşivimde, sağcı-solcu kavgalarının arasında, Nazım Hikmet’e ait dosyalar da vardı. İşte o dosyalardan biri, bugün hepimize olumlu ve güldürücü bir ders verecek nitelikteydi.
On beş yıl önce Hollanda’da yaşanan, Nazım Hikmet’i sahiplenme kavgasına ait haber ve yazışmalara aitti dosyalar…
Kurumsal hafızamızda yer alan ve dün yayınlanan Nazım Hikmet yazısından sonra bazı dostlarımızın kafasında canlanan olay, 2010 yılında Amsterdam’da yaşanmıştı. Kısa adı UETD olan, Avrupalı Türk Demokratlar Birliği Hollanda teşkilatı, Amsterdam’da “Nazım Hikmet; Kerem Gibi” adlı bir program düzenlemişti. UETD için sıra dışı bir etkinlik olan bu programa, Azerbaycan Yazarlar Birliği başkanı ünlü yazar ANAR konuşmacı olarak katılmıştı. Program’da ANAR’ın, Nazım Hikmet’in Sovyetlerde bulunduğu yıllara ait anılarını, yaşantısını ve hikayesini anlatan “Kerem Gibi” kitabı tanıtılmıştı.
Programa, UETD Hollanda’nın bütün etkinliklerinde olduğu gibi, Hollanda Türk toplumunun her kesimi davet edilmişti. Davet edildikleri halde, 12 Eylül ihtilali öncesi Türkiye siyasi jargonuna göre kendilerine solcu, sosyal demokrat ve sosyalist denilen gruplar programa katılmadılar.
Nazım Hikmet’i sevdikleri bilinen bu kitleden hiç kimsenin programa katılmaması üzerine, o günkü UETD Hollanda Başkanı Veyis Güngör olaya dikkat çekmek için “Komünistler gelmese ne yazar” başlıklı bir yazı yayınlamıştı.
Tabii ki itham edilen grup, boş durmadı, hemen cevap verdi. HTIB (Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği) olarak ağır bir bildiri yayınladı. Bildirinin başlığı “KİRLİ ELLERİNİZİ NAZIM HİKMET’İN ÜZERİNDEN ÇEKİN!” şeklindeydi.
Hollanda Türk sivil toplum tarihi, buna benzer onlarca yaşanmış renkli ve bir o kadar da o yılların düşünce şeklini gösteren hatıralarla dolu. Göçün 60’ıncı yılının kutlanmakta olduğu 2024 yılında, zamanın ruhunu hatırlatan ve artık bir nostalji olan benzer acı ve tatlı hatıraların, çekişmelerin, restleşmelerin veya birlikte çalışmanın örneklerinin de bir şekilde ele alınması, kurumsal hafıza için önem teşkil eder.
2010 yılında yaşanan UETD Hollanda ve HTIB restleşmesinin yazılı metinlerini aşağıda siz değerli okuyucularıma sunacağım. Sözü edilen, yazar ANAR’ın kitap toplantısını ve o toplantıya katılan bir başka yazar İmdat Avşar’ın notlarını da altta bulacaksınız.
Hadi size iyi okumalar. (Gülerek tabii…)
Veyis Güngör’ün o zaman yazdıkları:
Komünistler gelmese ne yazar!
Cesaret edemediler. Yıllarca beslendikleri bir fikir adamı adına düzenlenen toplantıya gelemediler. Gelmediler. Korktular. Kim bilir belkide, ezberlerinin bozulacağını tahmin ettiler. Ya da toplantıyı organize eden kurumların adlarından dolayı katılmadılar toplantıya. Hangi sebepten olursa olsun toplantıda yoklardı komünistler. Sadece komünistler mi? Hayır. Laf açılınca mangalda kül bırakmayan, aslan sosyal demokratlarda gelmediler. Neden mi bahsediyorum. Geçtiğimiz günlerde Amsterdam’da gerçekleştirilen Nazım Hikmet programından. Bilindiği gibi Azerbaycan Yazarlar Birliği başkanı ünlü yazar ANAR, Nazım Hikmet’in Sovyetlerde bulunduğu yıllara ait anılarını, yaşantısını ve hikayesini anlatan bir kitap yayınladı. Ben burada kitabın içeriğine değinmeyeceğim. Benim üzerinde durmak istediğim olay şu. Amsterdam’da düzenlenen NAZIM HİKMET Kerem Gibi adlı kitabın tanıtım toplantısına hiç ummadığımız insanları görürken, yıllardır komünist ideolojinin bayraktarlığını yapan, hatta kendilerine zaman zaman sosyal demokrat diye hitap ettiğimizde, kardeşim bana sosyal demokrat demeyin, ben komünistim diyenleri ne yazıkkı, Nazım Hikmet toplantısında göremedik. Bin bir bahanelerle, gelemediklerini izah etmeye kalkıştılar. Aynı şekilde. Toplantı ilanını duyunca, bize yazılı mesaj göndererek, siz Nazım’ı biz de Necip Fazıl’ı tanıtan toplantılar yapalım diyen sosyal demokratlarda toplantıya katılmadılar.
Oysa Amsterdam’da yapılan Nazım Hikmet toplantısı, hedefine ulaşmıştı. Sadece Hollanda’dan tepkiler gelmiyordu. Nazım Hikmet toplantısını Köln’den, Wüppertal’dan, Üsküp’ten, İzmir’den olağanüstü tepkiler geliyordu. İşte örnekleri. Mekadonya’dan gazeteci yazar Avni Engüllü diyor ki:‘Tanıtım haberini okuduktan sonra dostum Veyis Güngör’e teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilmekteyim… Bunun birkaç sebebi vardır. Nazım Hikmetin teşkilatınız tarafından tanıtılması ağırlıklı meseledir. Teşkilatınızın bu faaliyeti anılmadan bırakılamaz. Çünkü anlamı başkadır. Bunun Hollanda‘da yapılması aslında Türk şiiri ve Türkçenin ustasını ordakilere anlatmak açısından çok değerli ve sevindirici bu haber, dolayısıyla, bir köşe yazısı yazmaya ve Makedonya Türkleri olarak Nazımı anmak ve Makedonya‘da gündemde tutmak çabalarını hatırlayıp daha sonra bir köşe yazıma konu etmek gibi bir imkan yaratması açısından önemlidir… N.Hikmet şiiri gibi tartışılabilir… Ancak tartıştığımız insanın değerleri göz ardı edilmeden tartışılmalıdır! Her insanın anlayışı, inancı ve başka yönleri tartışılırken, başa değerlerini getirmekle başlanılmalıdır. Andığım faaliyet bu tür bir faaliyet olduğundan Hollanda Türkevi, Hollanda Türk Yazarlar Birliği ve Türk Demokratlar Birliği’nin bu faaliyetini yeniden kutlarım‘.
İzmir’den Metin Turan ise şunları yazıyor: `Değerli Türkevi yetkilileri, Türk dünyasının değerlerine, Türk kültürü ve edebiyatına bir damlacık da olsa katkısı olmuş tarihsel kişiliklere karşı, önyargılardan arınmış olarak yaklaşmak gerektiğinin somut örneğini sizler vermiş oluyorsunuz. Sizleri kutluyor, çabalarınızda başarılar diliyorum. Nazım Hikmet,kuşkusuz Türkçenin şairidir ve dolayısıyla, dünyanın neresine gidersek gidelim, Türkiye’den geliyoruz, Türküz dediğimizde akla gelen ilk iki-üç isimden biri mutlaka o olmaktadır. Ayrıca, insanları dünya görüşlerinden dolayı yargılamamak gerekir. Sizlerin de bildiğini düşündüğüm, ancak ilk ağızdan dinlemiş birisi olarak şu anıyı da paylaşmak istiyorum.Prof. Dr. Mustafa Mehmet, Romanya’da yaşayan önemli tarihçilerden biridir ve Kur’an-ı Kerim’i Romenceye akdaran kişidir. 2005 yılında, Bükreş’te, Bükreş Üniversitesi ile ortaklaşa gerçekleştirdiğimiz KIBATEK Edebiyat Sempozyumu’nda tanıştığımız Prof. Dr.Mehmet, 1957 yılında, Nazım Hikmet’in eşiyle Bükreş’e geldiklerinde, kendilerine o günün ne olduğunu, camiye gidip gitmediklerini sorar. Nazım Hikmet ekler, bugün Kadir gecesidir ve kalkın bir camiye gidelim der. Camiye giderler, Nazım Hikmet, minbere çıkar, oradaki Türklere bir de konuşma yapar ve böylesi günlerin önemli olduğunu, bir araya gelmek için vesile sayılmasını belirtir‘.
Ve Almanya’dan Birlik Gazetesi sahibi Dr. Latif Çelik şu cümleleri yazmış: `Nazım´ın kitap tanıtım haberini manşetten yayınlıyoruz. Çok garibime gitti, bir zamanlar görsem yakacağım kitabı şimdi bütün dünya okusun diye manşete koydum. Neyse koministilerin kitapları bitsin de bizim Türk İzlerine de sıra gelir inşallah‘.
Evet, fazla söze gerek var mı bilmiyorum. Amsterdam’da yapılan kitap tanıtım toplantısının etkileri, Allah’a şükürler olsun, gelişen teknoloji sayesinde, üç kıta yedi denizde etkisini gösterdi. Çağdaş düşünenler takdir ettiler. Eee toplantıya, hala eski çağdaki gibi ideolojik düşünen, Hollanda’daki komünistler ve sosyal demokratlar gelmeseler ne yazar, Allah Aşkına…
Mustafa Ayrancı’nın Cevabı:
KİRLİ ELLERİNİZİ NAZIM HİKMET’İN ÜZERİNDEN ÇEKİN!
Bazan şu dūnyada çok garip şeyler oluyor. Yıllardır Nazım Hikmet’i ‘komūnist’, ‘vatan haini’ diye suçlayıp tukaka eden ‘milliyetçi-mukaddesatçı’, yeminli sol dūşmanları, şimdi onu allayıp, pullayıp siyasi emellerine alet etmek için çırpınıp duruyorlar. Üstelik bunu yaparken her şeyi ellerine gözlerine bulaştırıp, ortalığı berbat ediyorlar. Bu arada sosyalistlere saldırmayı da ihmal etmiyorlar.
Amaçları nedir?
Akıllarınca Nazım’ı ‘milliyetçi’, ‘ mukaddesaatçi’ gösterip kendilerine mal edecekler!
Hokkabazlığın bu kadarına da pes doğrusu…
Neden mi bahsediyoruz?
Geçtiğimiz gūnlerde Amsterdam’da Nazım Hikmet’in ‘vatanseverliği’ ūzerine bir kitabın tanıtım toplantısı yapılmış. Dūzenleyenler, tahmin edilebileceği gibi dūnūn ‘milliyetçi-mukaddesatçı’ları, bugūnūn ise dönme ‘muhafazakar demokratları’!..
Olabilir, herkes kendi niyetine göre toplantılar dūzenleyebilir ve amaçlarına uygun propaganda yapabilir. Buna kimse karışamaz. Yalnız, iş bununla kalmıyor. Dūzenleyenler, toplantıdan sonra ‘ neden komūnistlerin de bu toplantıya katılmadığını’ sorguluyor ve suçlamalarda bulunuyorlar. İşte bu konuda bir seyler soylememiz farz oldu.
Sayın, dūnūn ‘milliyetçi-mukaddesatçı’ları ve bugūnūn ‘muhafazakar demokrat’ları!
Sizler yıllardır Nazım Hikmet’i karalarken, solcular, sosyalistler onu anmaktan bir an bile geri durmadılar ve şiirlerini tūrkū yapıp, halay çektiler ve bunun için hapislerde yattılar. Siz o zamanlar ‘pis gomonistler’ diye Nazım’a ve bize saldırıyordunuz. Bugūn ise sanki hiç bir şey olmamış, bunların hiç birisi yaşanmamış gibi Nazım’a sahip çıkmaya çalışıyorsunuz. Bu kadar pişkinlik biraz ayıp olmuyor mu? Öncelikle, dūn yaptıklarınızın özeleştirisini yapmanız, Nazım’dan ve sosyalistlerden alenen özūr dilemeniz gerekmiyor mu?
Ayrıca, Nazım’ı ‘vatansever’ kisvesi altında milliyetçi birisi olarak lanse etmeniz ona yapılabilecek en būyūk hakarettir. Çūnkū, Nazım, her şeyden öce enternasyonalist bir sosyalisttir ve ırkçılığın, şöven milliyetçiliğin en būyūk karşıtıdır. O, milliyetçiliğin insanlığa ne būyūk felaketler getirdiğini çok iyi bilir ve bunu tūm şiirlerinde yansıtır. Yani, Nazım, sizin anladığınız anlamda bir milliyetçi değildir, o sadece yurdunu seven bir enternasyonalist sosyalisttir. Bu özelliğiyle de būtūn insanlığa malolmuştur.
Nazım, miliyetçi olmadığı gibi dindar bir insan hiç değildir. Elbette o, her sosyalist gibi dine ve dini sembollere saygılı bir insandır. Ancak, bu, Nazım’ın, sizin göstermek istediğiniz gibi ‘milliyetçi’, ‘mukaddesatçı’ birisi olduğunu göstermez. Kulaktan dolma bilgilerle, onun bunun ūfūrdūğū laflarla Nazım’ı kendinize benzetmeye çalışmayın. Gūlūnç duruma dūşūyorsunuz. Çūnkū, Nazım’ ın yazdıkları ortada duruyor ve kimliğini herkes biliyor.
Sosyalistlerin neden toplantınıza katılmadığına gelince: Sosyalistler, Nazım Hikmet’i sevmeyen, ona yıllardır hakaretler eden, bugūn ise onu siyasi emelleri için kullanmaya kalkışan hokkabazların dūzenlediği toplantılara katılmayacak kadar Nazım’ı seven ve onun dūşūncelerine samimi bir biçimde inanan insanlardır. Bu tūr konularda sosyalistleri suçlamadan önce birkaç kez dūşūnmenizi tavsiye ederiz.
İnsan cahil olabilir, ama bu kadar cūretka olması akla zarardır.
*************************
Yazar ANAR’ın kitabını tanıtma toplantısının haberi:
Azerbaycanlı yazar Anar’ın,“Nazım Hikmet/Kerem Gibi” kitabı Amsterdam’da tanıtıldı
Anar: Nazım Hikmet, Türkiye’de komünizmin simgesi olduğu yıllarda, ne gariptir ki bizim için yani Sovyetler Birliğinde yaşayan Türkler için Türkçenin ve Türkiye’nin simgesiydi…
İlhan KARAÇAY
AMSTERDAM,- Türkiye’de ilk kez, Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı olan ünlü yazar ANAR’ın kaleminden, Nazım Hikmet’in, hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Sovyetler Birliği’nde ve özellikle Azerbaycan’da nasıl tanındığını, şiirine ve varlığına ne gibi anlamlar yüklendiğini ele alan “Nazım Hikmet/ Kerem Gibi” kapsamlı bir eser yayınlandı.
Bengü Yayınları’ndan çıkan kitap, Hollanda Türkevi, Hollanda Türk Yazarlar Birliği ve Türk Demokratlar Birliği’nin organizesi ile, kitabın yazarı ANAR ve çevirmeni İmdat Avşar’ın da katıldığı bir programla Amsterdam Palet Kongre Merkezinde tanıtıldı.
Program, gazeteci yazar Yavuz Nufel tarafından takdim edildi. Yavuz Nufel gençlik yıllarına atıfta bulunarak, Nazım Hikmet’in fikir ve düşünce dünyamızın şekillenmesindeki önemli rolüne dikkat çekti. Kendisinin biraz asi bir şair olmasından dolayı televizyon yapımcısı Tayfun Talipoğlu tarafından ikici Nazım olarak nitelendirildiğini söyleyen şair Nufel, “Nazım Hikmet’in Amsterdam’da Türkevi Derneği tarafından düzenlenen böyle anlamlı bir toplantıda anılması bir çok insanı doğrusu şaşırtmıştır” dedi.
Açılış konuşmasını yapan Hollanda Türk Yazarlar Birliği Başkanı Sadık Yemni, “Türk fikir hayatının en çok tartışılan isimlerinden birisi olan Nazım Hikmet hakkında yüzlerce makale ve kitap yazıldı. Dünyanın pek çok diline çevrilmiş Nazım’ın Türkiye dışında nasıl bilindiğine tanındığına değinen eserler göreceli olarak azdır. Sayın Anar’ın bu kitabı büyük şairin Sovyetler’deki yaşamının az bilinen yanlarına ışık tutması bakımından eşsizdir. Bunun yanı sıra edebiyat dünyamızda önemli bir yere sahip olan Nazım Hikmet’in Hollanda’da hatırlanması ve anılması takdire şayan bir gelişmedir.” dedi.
Kitabı Azerbaycan Türkçe’sinden Türkiye Türkçe’sine çeviren İmdat Avşar, Türkiye’de ilk kez Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı ünlü yazar ANAR’ın kaleminden, Nazım Hikmet’in, hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Sovyetler Birliği’nde ve özellikle Azerbaycan’da nasıl tanındığını, şiirine ve varlığına ne gibi anlamlar yüklendiğini ele alan kapsamlı bir eser olduğunu söyledi.
İmdat Avşar şöyle konuştu: “Nazım Hikmet / Kerem Gibi adlı kitabında Anar, kendine has büyük üslubuyla, Azerbaycan’da hatta doğu bloğu coğrafyasında yaşayan Türkler için Nazım’ın nasıl anlaşıldığını anlatıyor. Nazım hakkında yazılanları hassas terazisinde eleştirel bir gözle ama nazik bir üslupla irdeliyor. ANAR’ın “Kerem Gibi” kitabını okurken, aynı şaire ve onun şiirlerine farklı coğrafyalarda nasıl birbirine bu kadar zıt anlamlar yüklenerek sevildiğini veya eleştirildiğini görerek şaşıracaksınız. Türkiye’de Nazım’ı gerek “sağ” gerekse “sol” eleştiri ve övgülerle tanıyanlar için Azerbaycan aydınlarının tanıyıp sevdikleri Nazım suretinin aynı şair veya insana ait olduğunun bilinmesi, şair hakkında yeni tartışmaların ortaya çıkmasına sebep olacak ve belki de bu tartışmalardan sonra Nazım Hikmet’in hayatı ve şiiri fikir ve düşünce hayatımızda gerçek yerini bulacak.”
Nazım Hikmet/Kerem Gibi kitabının yazarı ANAR, Nazım Hikmet’le beraber olan Dünya’da sayılı kişilerden biri olduğunu, onun özel sohbetlerinde bulunduğunu, bu kitabın bu sohbetlerden ilham alınarak ortaya çıktığını söyledi. ANAR, kitabın Nazım’ın farklı yönlerini ortaya çıkarması açısından son derece önemli bir eser olduğunu söyledi.
Yazarı ANAR, “Nazım Hikmet’in 1950’li yıllarda SSCB’ye geldikten sonra, Sovyetler Birliği’nin iç yüzünü görüp, büyük bir hayal kırıklığına uğradığını; onun büyük pişmanlığını, olduğu gibi, gördüğüm, bildiğim gibi anlatmaya çalışıyorum” dedi. ANAR sözlerine şöyle devam etti: “Nazım Hikmet,1957 yılından sonra da Bakü’ye her gelişinde bizde misafir olurdu. Bizim Moskova’ya yolumuz düştüğünde ise, ya Nazım’ın Moskova’daki evinde, ya da bağ evinde mutlaka görüşürdük. Bazen de Nazım Hikmet, Ekber Babayev ile birlikte bizim kaldığımız otele, odamıza gelirdi. Nazım Hikmet, 61 yıllık ömrünün 44 yılını Türkiye’de, 44 yılın 15’ini de İstanbul, Ankara, Bursa ve Çankırı hapishanelerinde geçirmiştir.
Nazım Hikmet’i komünist yapan, gençlik yıllarında Anadolu’da gördüğü manzaralar, haksızlık ve adaletsizlikler oldu. Anadolu insanının çilesi Nazım’ı komünist olmaya yöneltti. Nazım büyük hayallerle Sovyetler Birliğine geldi. Ancak aradığı romantizmi bulamadı. Nazım Hikmet şöyle diyor: Şiirimin kökü yurdumun topraklarındadır. Ama dallarımla bütün topraklarda, doğuda, batıda, güneyde, kuzeyde uçsuz bucaksız yayılan bütün topraklarda, o topraklar üstünde kurulmuş, medeniyetlere, bütün dünyamıza uzanmak istedim”.
ANAR, “Nazım Hikmet’in Türkiye’de komünizmin simgesi olduğu yıllarda, bizim için Sovyetlerde yaşayan Türkler için Türkçenin ve Türkiye’nin simgesiydi” diye devam etti ve sözlerine şöyle son verdi: “Nazım Hikmet kitabımın Amsterdam’da tanıtılacağı, Hollanda’daki Türklerle Nazım’ı konuşacağımı hiç hayalimden geçirmezdim. Benim için Nazım’ı burada sizinle konuşmak bir şereftir.”
Sorular bölümünde, Nazım Hikmet’in Allah’a inanıp inanmadığı da gündeme geldi. Nazm’ın dedesinin bir Mevlevi olduğunu belirten ANAR, “Nazım ilk şiirlerini Mevlevilik üzerine yazmıştır” diyerek şu hatırasını anlattı: “Bakü’de bizim evde ben ve kardeşlerim toplandık. Rahmetli babam da vardı. Nazım bize Allah’a inanıp inanmadığımızı sordu. Biz de hep birlikte ‘evet Allah’a inanıyoruz’ dedik. Bunun üzerine babam, Nazım’a dönerek, ‘Bak Nazım, bunlar yeni nesil, bunlar artık bizim neslin inandığı gibi Stalin’e inanmıyorlar, Allah’a inanıyorlar’ dedi.”
Toplantının sonunda söz alan Hollanda Türkevi ve Hollanda Türk Demokratlar Birliği Başkanı Veyis Güngör ise, Hollanda’da şimdiye kadar böyle anlamlı bir şekilde Nazım Hikmet’in anılmadığını, Nazım Hıkmet’in Hollanda’da yeteri kadar tanınmadığını dile getirerek, bir çok insanın hâlâ Nazım Hikmet’e ideolojik yaklaştığını, bu tür yaklaşanların Türkevi Derneği’nin organize etmiş olduğu Nazım Hikmet programına anlam veremediklerini belirtti.
Anar’ı Beklerken…
UZAK DENİZLER KIYISINDA BİR ÜLKE VE NÂZIM HİKMET/KEREM GİBİ
İmdat AVŞAR
Hollanda yolculuğu öncesinde, Avrasya Yazarlar Birliğinde, havaalanına gitmek için beklerken, Anar’ın, Nâzım Hikmet/Kerem Gibi (Nâzım Hikmet’in Hayatı ve Sanatı Hakkında Düşünceler) adlı kitabını -Yolculuğumuzun sebebi olan bu kitabı- Türkiye Türkçesine çevirmeye başladığım o günleri hatırlıyorum birden… Kolay olmamıştı. Kitabın karalama sayfaları üzerinde, Anar’ın düzeltme notları, satır aralarına sonradan, el ile yazılan; ama nereye ekleneceği pek belli olmayan cümleler, kril alfabesi ile yazılmış olan bazı bölümler, Azerbaycan Türkçesine has, okunduğu gibi yazılan yabancı isimler ve doğal olarak metinde geçen Rusça sözcükler… O zamanlar masamda, tuğla gibi sözlükler arasında birbirine girmiş olan o metinler, karşımda bir kitap olarak duruyor… Hollanda’da, bu kitapla ilgili söyleyeceklerimi düşünüp kitabı karıştırıyorum. Kitabın önsözünde yazdığım bir cümle ilişiyor gözüme: “ …Bu kitap Nâzım Hikmet’e Türk vatandaşlığının iade edildiği bu günlerde, mutlaka bir takım yeni tartışmaları da başlatacaktır.” Öyle de olmuştu. Nitekim fitili ilk ateşleyen Radikal Gazetesinden Necmiye Alpay’dı. Gerçek Hayat dergisi, Anar’ın bu kitapla, hem sağcıları hem de solcuları ‘ters köşeye’ yatırdığından bahsediyordu. Hürriyet Gazetesi ise hafta sonu ekinde, okuyucularına sürmanşetten sesleniyordu: Tanımadığınız Nâzım Hikmet’i tanımaya var mısınız? Aslında Kerkük’ten Kırım’a, Tuna’dan Altaylar’a kadar bütün Türkler tanıyorduk Nâzım’ı ve hepimizin zihninde bir Nâzım heykeli vardı… O heykel ki, kimimizin zihninde baş aşağı, kimimizin zihninde başı gökteydi… Anar bu kitabıyla zihinlerimizdeki Nâzım heykellerini kırıyordu. Ben ise Necmiye Alpay’ın odasında asılı duran, cam çerçeveli Nâzım Hikmet portresine taş atan bir çocuktum…
Havaalanı… Yerel Saat Farkı ve Yasaklar…
Başkanımız Yakup Deliömeroğlu geliyor… Kardeş Kalemler dergisinin aksakalı Ali Akbaş ise Anar ve Zefmira Hanım ile aşağıda, bizi bekliyor. Yakup Deliömeroğlu ve Ali Akbaş: Türk Dünyası, bu ikisinin omzunda sanki… Avrasya Yazarlar Birliği binasından Ömer Küçükmehmetoğlu’nun hazırladığı kitapları kucaklayıp arabalara koyuyor ve havaalanına hareket ediyoruz. Anar, Zemfira Hanım ve ben, uzak denizlerin kıyısındaki bir ülkeye; Hollanda’ya uçacağız. Bütün hazırlıklarımız tamam. Uçağın kalkmasına iki saat var. Uçuş kartı almak için gişeye yanaşıyoruz. Bavullarımız, kitaplarımız ve biz, görevlilerin önündeyiz. Pasaportlarımızı görevlilere verdikten iki dakika sonra, gişedeki bayan üzüntüsünü bildiriyor: İmdat Avşar uçağa binebilir; ama misafirleriniz, 03/02/2010 tarihine vize almışlar. Uçak oraya 23:00 inecek… Maalesef… Yasak… Hepimiz birbirimizin gözlerine bakıyoruz o anda. Başkanımız, yorgun gözlerini havaya dikiyor, bir çare aradığını biliyorum. Ve hemen görevli bayana dönüyor: “Uçak Hollanda’ya 23:00 da inecek, misafirlerimiz yarım saat havaalanında bekler, saat 24:00’ dan sonra giriş yaparlar, bir sorun olmaz…” “Hayır,” diyor görevli, “kurallara uygun değil…” Veyis Güngör beye telefon ediyor başkan. Kuşkusuz, o da aynı kaygıları yaşıyor Hollanda’da… Durumu Hollanda’ya bildir, pasaportların ilgili sayfasını oraya faksla, faksın cevabını bekle… Dışarıda arabaların plakalarını okuyup anons ediyor polis… Ali Akbaş ve Selçuk Akbaş, çaresiz bizimle vedalaşıp arabaların yanına gidiyorlar… “Bekleyin,” diyor görevli, “Hollanda’dan cevap gelecek…” Bekliyoruz…
Bavulların yanında, şeffaf ambalajlara sarılı kitaplara bakıyorum. Kolinin birinde Nâzım Hikmet/ Kerem Gibi… Az ilerde, kitabın yazarı Anar ve eşi Zemfira Hanım, ikisi de yorgun ve endişeli gözlerle bekliyorlar… O kitapların yanında, bir koli kitap daha var. Ayşe Atay’ın kitabı: Beş Katlı Evin Altıncı Katındaki Adam. Bu kitabın kapağında ise Anar’ın resmi…
Görevli bayan ile samimiyetimiz artıyor beklemekten. Birden soruyor:
-Bu kitaplar sizin mi? Konusu ne?
Yakup Deliömeroğlu cevaplıyor:
-Şu kitap Nâzım Hikmet’i anlatıyor. Misafirimiz, işte orada bekleyen adam, bu kitabın yazarı, Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar. Şu kitap ise Ayşe Atay’ın kitabı, Ayşe Hanım da bu kitabın yazarını, yani Anar’ı anlatıyor…
Görevlinin kafası karışıyor, Zemfira Hanımı, Ayşe Hanım zannediyor:
-Haaa, desene, bunlar birbirini anlatıyor!
Yakup Deliömeroğlu ile göz göze geliyoruz, gülümsüyoruz… Neden sonra bizi çağırıyorlar. Görevli, başkanın önerisini tekrarlıyor: “Misafirleriniz, Hollanda saati ile 24:00’dan sonra giriş yapsınlar…” Başkanın omzundan bir dağ iniyor sanki aceleyle bagajları veriyoruz. Veyis Beyi arıyor başkan, durumu izah ediyor, vedalaşıyoruz…
Anar ve Zemfira Hanım Uluslararası Topraklarda, Ben Hollanda’dayım
Hollanda saati ile 23:00. Schipol Havaalanındayız. Bagajları hesap etmemiştik. Ben mecburen Hollanda’ya giriş yapıyorum. Üstat ve eşi, uluslararası topraklarda kalıyor. Dev labirentleri andıran havaalanında, inen yolcuların ardına takılıyorum. Bagajları taşıyan bant ilerliyor. Bekliyorum. Anar’ın bavulunu tanıyabilecek miyim? Ankara’da, havaalanında beklerken öyle çok baktım ki, görür görmez tanırım! Bavullar geliyor, yakalıyorum birer birer; ama kitaplar darmadağınık! Nâzım Hikmet’in hayatı gibi… Bavulların arasında üçer beşer geliyor Nâzım Hikmet! Kerem gibi, derbeder! Tek tek topluyorum onları…
Hollanda’daki Türklerin Hafızası: Coşkun Yeğenoğlu.
Biri yaklaşıyor yanıma, ortalıkta hiç kimse yok; ama o, sağa sola bakıyor. Bizi aradığı belli. Benim onu beklediğimi hissettiriyor davranışlarıyla. Yaklaşıyor:
-Nâzım Hikmet toplantısına gelenler?
-Evet.
-Üç kişi olduğunuzu söylemişlerdi?
-Saat 24:00’da giriş yapacaklar, vakit tamam, şimdi gelirler.
Oturuyoruz. Kibar, beyefendi biri. Veyis Güngör de geliyor o sırada. Anar ve Zemfira Hanım, az sonra kapıdan görünüyorlar. Hep birlikte çıkıyoruz. Coşkun Bey, kırk yıldır Hollanda’da olduğunu söylüyor… Mekânların, binaların, yolların… ve bizim göçmen işçilerin, kısa bir tarihçesini anlatıyor otele varıncaya kadar. Coşkun Bey, bizimkilerin ortak hafızası adeta bu gurbet elde…
Palet Kongre Merkezi, Yâd Elde Toplanan Türkler ve Nâzım Hikmet/Kerem Gibi
Palet Kongre Merkezi’nde seçkin bir topluluk bizi bekliyor. Hollanda Nogay Vakfı, Hollanda Türk Azerbaycan Kültür Derneği, Türkevi Vakfı, Hollanda Türk Demokratlar Birliği, Benelüks Azerbaycan Kongresi, Türkiye Yazarlar Birliği Hollanda Temsilciliği ile diğer Türk Dernekleri ve sivil toplum Kuruluşları, Türk gazeteleri ve dergilerinin temsilcileri var. İlk sözün sahibi, Roman yazarı Sadık Yemni… Gelenleri selamlıyor ve kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra: “Yıllardır Hollanda’da yaşıyorum. Hollanda’da bir Nâzım Hikmet toplantısı yapacağımızı asla düşünmemiştim. Bu bizim açımızdan önemli bir dönüm noktasıdır. Kendi değerlerimize, farklı açılarından bakma fırsatıdır…” diyor. Sonra, hikâye yazarı ve şair, “Lalezarda Deli Var,” adlı kitabın sahibi Yavuz Nufel alıyor sözü. Yavuz Bey; “Hem gurbette bir şair, hem de radikal söylemlerinden dolayı kendisini Nâzım Hikmet’e benzettiklerinden bahsediyor ve ekliyor: Nâzım Hikmet’i farklı bir pencereden görerek anlatan Anar’ın, konuşacaklarını ve kitabın muhtevasını merak ediyorum, heyecanla bekliyorum…
Kardeş Azerbaycanlı ve Türkiyeli dostların meraklı gözleri önünde, önce biraz heyecanlanıyorum. Sonra, kısa bir Nâzım Hikmet biyografisi ve 20. Yüzyılda dünyanın başına bela olan ideolojileri anlatıyorum. İdeolojilerin, olgu ve olaylara, hatta tarihi şahsiyetlere karşı ideolojik bakışın, beyinlere nasıl pranga vurduğunu, peşinden giden insanları ve toplumları bir hallaç gibi nasıl savurduğunu anlatıyorum. Yine bir ideolojik rüzgârın savurduğu Nâzım Hikmet’e getiriyorum sözü. Nâzım Hikmet’in soğuk savaş döneminde, Sovyetler Birliğindeki yaşadıklarının, büyük hayal kırıklıklarının ve pişmanlıklarının, bu güne kadar pek bilinmediğini, Anar’ın bu karanlık noktalara ışık tuttuğunu, bulanık zihinleri aydınlığa çağırdığını söylüyorum. Birçoğumuz için vatan haini, komünist olan bir şahsiyetin, Sovyetler Birliği hatta bütün Doğu Bloğu ülkelerinde yaşayan Türkler için, Türklüğün sembolü haline geldiğini söylediğimde, dinleyicilerin yerlerine daha muhkem yerleşerek, dikkatlerini yoğunlaştırdıklarına şahit oluyorum. Sözü, bu söylediklerimin canlı tanığına ve bu kitabın yazarına veriyorum diyerek bitiriyorum…
Anar, önce dinleyicilere, sonra konuşmacılara teşekkürlerini bildiriyor. Ardından toplantıyı düzenleyen Veyis Güngör Beyi ve diğer görevlileri: “şunu çok iyi biliyorum ki, sizler, Nâzım Hikmet’in ruhunu şad ettiniz,” diyerek kutluyor… Nâzım Hikmet’i nasıl tanıdığını, şairin, annesi Nigar Raifbeyli ve babası Resul Rıza ile çok samimi dost olduğunu anlatıyor… Nâzım’ın 1920’ li yıllarda, komünizm büyüsüne kapıldığını, fakat 2. Dünya savaşı yıllarında, Türkiye’de mahkûm olan Nâzım’ın, Sovyetler Birliğinde cereyan eden olaylardan, kütlesel kırgınlardan ve aydınların, ya kurşuna dizilerek ya da Sibirya’ya sürgün edilerek susturulduğundan habersiz olduğunu anlatıyor. Ve onun, 1950’li yıllarda, nostaljik duygularla geldiği ‘Rüyalarının Memleketinde” yaşananları öğrendikten sonra, derin bir hayal kırıklığına uğradığını, büyük pişmanlıklar yaşadığını söylüyor. Hatta: Nâzım’ın, Resul Rıza’ya: Sovyetler Birliğinin özgülüğündense, ülkemin zindanlarını tercih ederim, diyerek yakındığını anlatıyor… Anar, yaşadığı, tanık olduğu birçok olayı anlatıp zihinlere çok farklı bir Nâzım portresi yerleştirdikten sonra, konuşmasını şu sözlerle bitiriyor: O zamanlar Azerbaycan, Sovyetler Birliği’nin bir parçasıydı ve bunun için de Nâzım, Azerbaycan’da, genel Sovyet siyaseti çerçevesinde kabul görüyordu, denilebilir. Bu doğrudur ama bu yalnızca gerçeğin bir bölümüdür, tamamı değil. Gerçeğin diğer ve daha önemli yanı ise şudur ki: O yıllarda Nâzım, Türkiye’de birçokları için “Moskova’nın adamı,” “Türk düşmanı” idiyse de Azerbaycanlılar için Türkiye’nin, Türklüğün, Türk dilinin sembolüydü. Nâzım’ı bitip tükenmeyen alkışlara gark eden Bakü salonlarındaki dinleyiciler, onun şahsında bir komünizm propagandacısını değil, bize, uzun yıllar hasretini çektiğimiz, Türkiye’nin kokusunu, ruhunu getiren, canımız kadar yakın olan Türk diliyle konuşan, ölümsüz şiirlerini Türkçe okuyan -Hem muhteşem okuyan- bir TÜRK şairini alkışlıyordu. O yıllarda Sovyetler Birliğinin Türk bölgelerinde, özellikle elbette Azerbaycan’da, hiç kimse Türklük ruhunu, Türklük şuurunu, Nâzım Hikmet kadar yükseltememiştir. TÜRK sözü, Azerbaycan’da halkımızın, dilimizin adı gibi yasaklandığı; Türkiye ile tarih, edebiyat, folklor, soy, adet ve anane birliğimiz hakkında her hangi bir fikrin ölüm sebebi sayıldığı; bizi bağlayan bütün iplerin kopartıldığı; Türkiye sevgisinden dolayı ya da Türkiye’de akrabalarının olduğunu söyleyenlerin katledildiği yıllardı. Nâzım Hikmet geniş katılımlı toplantılarda, üstelik en yüksek kürsülerden: “Ben Türk’üm, siz de Türk’sünüz, ruhumuz, geleneklerimiz bir, halklarımız, dillerimiz kardeştir” diye haykırıyordu…
…Ve sorular, yine eski, yine tanıdık, yine ideolojik bakışların yönelttiği sorular… Nâzım’ın dedeleri Türk müydü? Nâzım Allah’a inanıyor muydu? Beni Stalin yarattı dediği doğru mu? Niçin Türkiye’ye dönmedi? Romanya’da Nâzım’ın bir kadir gecesinde, camiye gittiği söyleniyor, böyle bir olay olmuş mu? Bu hayal kırıklıklarını, komünizme olan inanç yitimini, niçin o yıllarda ifade etmedi? Anar, hemen her soruya, yaşadığı bir anı ile cevap veriyor… Soruyu soranların, geçmişteki o olaylar içinden, cevabı bulması için düşünmeye sevk ediyor…
Son sözü Veyis Güngör Bey alıyor: Konuşulanları özetliyor ve sitem ediyor: Yıllardır sol söylemin bayraktarlığını yapanlar, kendilerine ‘sosyal demokrat’ denmesini zül addederek ‘ben komünistim’ diye dolaşanlar, Nâzım Hikmet’i kendilerine bayrak yapanlar, ne yazık ki, bu Türk şairinin bilinmeyen yönleri ile yüzleşmeye gelemediler. Nâzım Hikmet’in, ‘rüyalar memleketi’ olan Sovyetler Birliğinde yaşadığı derin hayal kırıklıklarına, komünizme olan inanç yitimine tanıklık eden, bir dünya yazarını, Nâzım Hikmet’in son yıllarının canlı şahidi Anar’ı dinleme cesareti gösteremediler… Onlar bin bir bahane ile gelemediğini beyan etseler de, bu toplantı hedefine ulaşmıştır,” diyerek bitiriyor konuşmasını…
Bu dirayetli sese, Türk bayrağını yâd ellerde üstelik en yüksek burçlarda dalgalandıran memleket sevdalısı Veyis Güngör Beye, sessizce mırıldanarak cevap veriyorum: Üzülme başkan! Onlar gelselerdi bile, yıllar önce yüreklerinin bir köşesine, bin bir emekle inşa ettikleri Nâzım Hikmet heykelini yıkmaya cesaret edemeyeceklerdi. Hatta direnecekler, Nâzım hakkında konuşanların- Bu Anar dahi olsa- Nâzım Hikmet’i tanımadığından dem vuracaklardı…
Uzak denizlerin kıyısında, Hollanda’da, Palet Kongre Merkezi’ndeki dinleyicilerin zihninden farklı bir Nâzım Hikmet rüzgârı geçiyor… Hollanda’da yaşayan Türkler için muhkem bir kale, sağlam bir dayanak olan Veyis Güngör’e, Sadık Yemni’ye, Coşkun Yeğenoğlu’na, Yavuz Nufel’e, İlhan Aşkın’a, Orhan Demirci’ye, Elsever Memmedov’a gönlümüzde bir dost köşesi açıp, en güzel duygularla ayrılıyoruz Hollanda’dan…
Editör: Ahmet Biracı