Kent Sosyolojisi Bağlamında Sanat ve Sanat İçeriğine Dair Bir Tartışma

İktidarın propaganda aparatına dönüşen sanat, adeta ucuz popülist amaçlar uğruna evrensellikten uzak, bireyde tüketme arzusu yaratma uğruna pazar tezgahında satılan bir meta haline getirilmiştir.

Abone Ol

Yeni global dünya düzeninde, daha iyi bir refah arayışı için uluslararası göçlerin yanı sıra ülkelerin kendi içindeki göç dinamikleri kentlerin farklı sosyolojik yapılara evirilmesine neden olmuştur. Farklı/heterojen kent dinamiklerinde sosyal grupların, örgütlenme, dayanışma veya diğer faaliyetler olarak adlandırılabilecek amaçlar için bir araya geldikleri kültür ve sanat oluşumları tarihsel olarak kent yaşamının vazgeçilmez olguları arasındadır.

1950’lı yıllarının başından itibaren, Türkiye’de kapitalist üretim ilişkilerinin geleneksel toplumsal formu moderniteye doğru değiştirmesi, taşradan kentlere göçler ve global kültülerin yerel halklar üzerindeki dönüştürücü etkisi, ulus inşasına yönelik kültürel belleğin yavaş yavaş kabuk değiştirmesine/aşınmasına yol açmıştır.

İkinci dünya savaşı sonrasında modernitenin sıkıntıları üzerine yapılan sorgulamalar ve yeni postmodern paradigmalar,modern ulus ve onu koruyan kültürel yapıların çözülmesini  hızlandırdı.Sanat ve kültür kavramları yeni dünya/global sistemde yeniden tartışılmaya başlandı.

SANAT NEDİR?

Nedir sanat ya da sanat yapıtı?

Beethoven’ın “5. Senfonisi” mi yoksa Pablo Picasso’nun “Guernica”sı ya da Van Gogh’un “Köylü Papuçları” mı sanat yapıtıdır?

Her birini sanat yapıtı kılan kendine özgü özellikler var mıdır? Manet’in Reddedilenler Salonu’nda sergilenebilen “Kırda Öğle Yemeği” tablosu mu?

Yoksa Piero Manzori’ninin kendi dışkısını bir konserve

kutusunda “%100 Sanatçı Dışkısı” diye etiketleyip satması ya da Marcel Duchamp’ın “Şişe Rafı” ve “Porselen Pisuarı” (ya da “Çeşme”si) ya da pop art sanatçısı Andy Warhol’un reprodüksiyonları mıdır sanat yapıtı? Bir çoğumuzun ortaokul lise sıralarında defterlerimize karaladığımız ve aynada kendimize şair sıfatı biçtiğimiz, yıldırım çaktı yağmur yağdı, bugün Pazar yine efkarlıyım sözleri mi şiir, yoksa Nazım’ın Şeyh Bedreddin destanı mı? (Berfin Kart.2015)

Sanatın ne olduğu, neye sanat yapıtı denilmesi gerektiği tartışması kökleri eskiye dayanan bir tartışmadır. Kavramsal olarak geleneksel sanat anlayışına karşı  postmodern sanat anlayışı popüler ve güncel tartışmaların odağını teşkil eder. Sanat nedir, sanat ne olmalıdır ya da sanat gerçeği mi yansıtmalı yoksa bir anlam arayışımıdır?

Bu tartışmalara boğulmadan,Platon’un sanatın neliği üzeirne Devlet eserindeki tanımla yol almakta fayda var.

Platon’a göre bir mimesis,bir taklit olarak sanat,doğayı,insanı,hayatı,bize yansıtmak üzere dünyaya ayna tutmaktır.Bu bir gerçeğin yansıtılması da olabilir,hakikatten uzaklaşma da olabilir.O halde sanat ile hayatı,doğayı anlamlandırma arayışımız hep devam edecekitr.Ressamın renklerle,şairin sözcüklerle duyular dünyasını yansıtığı gibi..

Platon'a göre;…. bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın. Hiç durmadan basamak basamak yüce güzelliğe yükseleceksin. Bir güzel bedenden ikisine, ikisinden bütün güzel bedenlere, sonra güzel bedenlerden güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de sonunda bir tek bilgiye varacaksın. Bu bilgi de o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, asıl güzelin özünü tanımaktan başka bir şey değildir.(Berfin Kart.2015)

Erken modern dönemden bu yana, sanat sanat için mi olmalı yoksa toplumsal gerçekleri mi yansıtmalı tartışmaları Platon’dan miras kalan ve daha sonra Avrupa Aydınlanması’nın bir anlamda fragmanı olan Yeni Platonculuk döneminin ardından sanatın neliği üzerine tartışmaların yoğunlaştığı yerlerin başında Franfurt Okulu gelir. Okulun en önemli kurucusu Adorno sanatı Aydınlanman’ın düşünsel merkezinden soyutlayıp şu tanımı yapmıştır;’’sanat, Aydınlanma’nın araçsal aklından taşınan unsurların, duyusal tikelliğin ve rasyonel amaçların güçlü bir biçimde olumlanmasıdır. Sanat, amaçların ve duyusal tikelliğidir. pratikten koparmış bilgisidir. M.Ö. dönemin sanatı, gerçekliği değiştirmeyi ümit ediyordu. Oysa, özek sanat, sınıflı bir toplumda kafa emeği ile kol emeği arasındaki bölümenin mükemmel örneğidir.(Thedor W.Adorno.Kültür Endüstrisi İletişim Ya.)

Adorno’nun üzerinde durduğu ayrımların başında yüksek sanat ile düşük sanat kavramları gelir. Adorno'ya göre yüksek sanata alt sınıfların dışlanmasıyla ulaşılabilir. Sanat, bu sınıfın davasına, yani doğru evrenselliğe sadık kaldığını, yanlış evrenselliğin amaçlarından uzak durarak gösterir. Aldatııcı evrensellik, kültür endüstrisi sanatının homojen aynının evrenselliğidir,artık çalışma karşısında rahatlamak için mutluluğu bile vaat etmeyen, sadece kolay eğlence sağlayan bir sanatın evrenselliği. Eğlence, geç kapitalizm koşullarında çalışmanın uzantısıdır. Mekanikleştirilmiş emek süreciyle yeniden baş edebilmek için ondan kaçmak isteyen kimselerin aradığı bir şeydir. Çünkü makineleşime insanın boş zamanın üzerinde öyle büyük güce sahiptir ki, eğlence metaları üretimini öyle temelden belirler ki, kitle kültür denemleri emek süreçlerinin kopyalanından başka bir şey değildir. (Thedor W.Adorno.Kültür Endüstrisi İletişim Ya.)

Walter Benjamin ise Sanatta ve Edebiyatta eleştiri adlı ünlü yapıtında sanatı, düşünseme(aklın özgür ve kendine özgü eylemi) ortamının tanımı olarak niteler.(W.Benjamin. Sanatta ve Edebiyatta Eleştiri.İletişim Yay.)

Söz Benjamin’den açılmışken ve bizde aslında burada bir anlamda sanat eleştirisi yapıyorsak ağer,O’nun sanatla ilgili muhteşem analoğunu geçmek olmaz.

Benjamin, yapıtın yorumuyla eleştirisini birbirinden ayırmak için kimyacı ve simyacı metaforlarını kullanır. Sanat yapıtları için ölülerin yakıldığı odun ateşi benzetmesi yapar. Buna göre, yapıtın yorumunu yapana yalnızca yapıtın yanmış odunlarıyla külleri kalacaktır. Yorumcu burada bir anlamda kimyacıdır.Oysa eleştiri yapan simyacıya benzer.Eleştiri ısrarla yanmaya devam eden alev gibidir. Yıllar geçse de sanat yapıtında varlığını sürdüren hakikatin peşindedir.

Burjuva ve endüstri toplumunda sanatın niteliği üzerine yapılan tartışmaların sonuçları üzerinde belki de en çok konuşulan kavram ‘’kitsch’’dir.

Abraham Moles, kitsch’i, sanat ile konformizmin arasında kalan, geniş bölgede gerçekleşen ve yapay gereksinimlerin karşısında ortaya çıkmış yapay bir üretimdir diye tanımlar. Kitsch ve sanatın bir arada anılması mümkün değildir. Çağdaş sanatın en büyük sorunsalı kitsch ürünlerinin sanat yapıtları gibi itibar görmesidir.

Neyin sanat olması gerektiğinin küresel sermayenin iradesinde olması sanatın özerkliğini yitirmesine neden olmuştur. Kitsch sadece alt kültür grupları tarafından kutsanmamış, sermaye sahipleri de kitsch’e sanat statüsü vererek değer skalasında yüceltir. Öyle ki hiçbir zaman sanatsal bir kaygı, yaratıcılık, özgünlük içermeyen kitsch ürünler sanatın özerkliğini yitirip sermayenin boyunduruğuna girme sonucunda itibar görüp meşrulaşmış, üstün değerli sanat yapıtı statüsü kazanmışlardır. Yeni pazarlama stratejileriyle ve reklam endüstrüsinin de yardımıyla pire deve olarak gösterilmiş niteliksiz yapıtların nitelikli üstün sanat yapıtları olarak sunulması olağan hale gelmiştir.Kuskusuz bu durum söz konusu yapıtların değersizliğini, bayağılığını, rüküşlüğünü, anonimliğini, klişe ve yoz oluşlarını değiştirmemekte,sanatın sonu tartışmaları da düşünülürse endüstrisinin yarattığı kültürel dekadans olgusu yalnızca sonu gelişimini hızlandırmaktadır.(A.İlkyaz.2015)

Sanatın neliği üzerine söylediğmiz bütün bu tanım ve yorumların global dünya sisteminin içinde yer alan Türkiye içinde söylemek mümkün.Bunun için  Türkiye’ye özel ayrı bir başlık açmanın sadece bazı tekrarlardan ibaret olacak diye düşünüyorum.

Ancak, konu başlığımızın amacına hizmet etmesi amacıyla, Türkiye’de sanatın niteliği anlamak adına isterseniz önce popüler kültür nedir, kısa bir tanımlama yapalım.

Popüler kelimesi temel anlamıyla halka ait olandır, ancak kelime anlamı daha genişlemiş ve bugün halkın sevdiği anlamda kullanılmaya başlamıştır. Popüler kültür ise yüksek kültür denilen opera, tiyatro, klasik müzik ya da klasik edebiyatın karşılığı olarak tanımlanıyor. Erol Sakalı’nın bir tanımlamasından yola çıkarsak eğer, popüler kültür halkın sevdiği ya da halka kabul ettirilmeye çalışılan ve küreselleşme adı verilen yapıda pazar yaratmak için oluşmuş bir olgu olarak tanımlanıyor.

Popüler kültür, insanları tüketmeye teşvik eder, bunu gerçekleştiremediği sahalarda ise bir özenti meydana getirmeyi amaçlar. Bu yönüyle endüstriyel piyasanın bir aracı haline gelerek kültür endüstrisini oluşturur. İnsanları etkisi altına alarak kendi sınırları içerisinde insanlara özgürlük sunan popüler kültür, insanları yeni bir çıkmaz ve bunalıma sokar. (Coşgun M.2006)

‘Yozlaşmış beğeni’ ve ‘sahte estetik’ olarak da bilinen ‘kitsch’in yanı sıra, sanat ve kültür faaliyeti yapıldığı sanılan ancak, sanatsal olarak içerikten yoksun organisazyonlara bütün kentlerimizde rastlamak mümkün. Belediyeler, sivil kültür dernekleri ve diğer kamu kuruluşların festival adı altında düzenledikleri kültür etkinlileri, ideolojik ve yerleşik resmi statükonun korumacı hafızasına hizmet eden anlayış kapsamında yapılmaktadır.

İktidarın propaganda aparatına dönüşen sanat, adeta ucuz popülist amaçlar uğruna evrensellikten uzak, bireyde tüketme arzusu yaratma uğruna pazar tezgahında satılan bir meta haline getirilmiştir.