1995 yılında Bağlam yayınlarından çıkan Türk Aydını Ve Kimlik Sorunu araştırma dizisi kitabı her zaman başvurduğum bir kaynaktır. Kitabın sunuş kısmında ünlü bilim insanı Prof.Dr Cemil Oktay’ın 1986 yılında yapılan milletvekili ara seçimleriyle ilgili yazdığı çok anlamlı bir anıyı burada paylaşmak istiyorum.
O dönemde sanat, edebiyat ve basın çevresinde çok sayıda aydın, hangi partinin desteklenmesine dair bir imza kampanyası başlatmışlardı. Aslında bu eylem biçimi Türk politik yaşamında sık rastladığımız bir durumdur. Özellikle darbe ve baskı dönemlerinde, Türk aydının yaptığı en önemli siyasi tavır imza atmaktır. Nasıl bir sonuç alındığı ise ayrı bir tartışma konusudur.
Prof.Dr.Cemil Oktay’ın anısına tekrar dönelim
1986 milletvekili ara seçimlerinde Samsun’da bölgenin siyasileri propaganda için bir köye giderler. Köy halkı meydanda toplanır ve yere bir değnek konur. Köylüler hangi siyasi partiye oy vereceklerini önce yemin ederek sonra ise tek tek bu değneğin üzerinde atlayarak, bu ayını bitirirler.
Muhtemelen Samsunlu köylüler bildiri yazıp altına imza atmayı bilmedikleri için, kendilerince bu değnek atlama ritüelini uygun bulmuşlar. Bir değnek üzerinde kutsal bir tavır sergilemek olsa olsa Karadeniz insanının zekice bir davranışıdır diye bir ironi de yapabiliriz.
İdeoloji,birey için kendi varlığı ve sürdürülebilir sosyoekonomik ve kültürel habitat içinde değişkenlik arz edebilir mi, yoksa bir inanç ritüeli gibi aynılık mı gösterir? Zira Türkiye’nin son yıllarda en çok tartıştığı konulardan belki de en önemlisi, büyük ekonomik kriz, askeri darbeler ve hatta dış politika gibi önemli sorunlar karşısında seçmenin, geleneksel siyasi tercihlerinin kolay kolay değişmediği yönündeki tartışmalardır.
Pre-modern toplumlarda dinin sosyokültürel olarak, toplum üzerinde belirleyici bir öneme sahip olduğunu biliyoruz. Bu anlamda dinin en temel işlevlerinin başında, toplumlara ideolojik merkezli belli bir ortak hafıza veya yeni bir dünya tasarısı vizyonu sağlamak geliyordu. Mannhheim’inde belirttiği gibi, tarih öncesi ve arkaik dönemlerde insanların bilişsel yapıları daha çok tinsel ve metafiziksel anlamlarla kaplı bilinç dışı özelliğe sahip olduğu için aslında ideolojinin en saf ve katı biçimine bu dönemlerde rastlamaktayız.(Sağlık.C)
Kolektif toplumsal hafızanın bireyin ruhsal kişiliğinde ortak ve vazgeçilemez davranış kalıplarına ve hatta mitsel yapıların oluşmasına neden olduğu kabul edilen nesnel bir realitedir. Althusser’in yerinde tespitiyle, birey ideolojik benliği kendi bireysel benliği olarak kabul eder, çünkü ideoloji her bireye ‘’özne’’ diye seslenir. Başka bir anlatımla, karşımıza yeni bir ‘’ideolojik kişilik’’ çıkmaktadır. Şimdi bu ‘’ideolojik kişilik’’ üzerinde durmanın konumuzun anlaşılması bakımında önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu kişiliğin ne tür kalıpsal davranışları var?
İdeolojinin en temel özelliği, onun insanın haklı olma/hükmetme ihtirasından doğmuş olmasıdır. İdeoloji bu yönüyle tümüyle bir aklileştirme, rasyonalizme etme, mantıksallaştırma faaliyetidir. Benimsenen her davranış/tutum/davranış/yaklaşım/fikir mantıksal açıdan insicamlı, ahlaksal açıdan kabul edilebilir bir konuma yükseltir. Her ideoloji kutsal olanı aklileştirir, aklı kutsallaştırır.(Gürbüz.A)
İdeolojik kişiliğin en önemli ruhsal karakteristik özelliğinin başka bir yönü ise, Michael Tomasello’nun İnsan Düşünüşün Doğal Tarihi adlı eserinde öne sürdüğü ‘’Ortak Maksatlık Hipotezi’’dir.
Tomasello’un ileri sürdüğü Ortak Maksatlık İlkesi’nin grubun kolektif davranış/ideolojik normuna dönüşmesi, iktidarın bireye sunduğu ortak kültür ve dil ile mümkündür. Grubun homojenleşmesi kültür ve dil hatları üzerinden gerçekleşmektedir. Ortak maksatlar, grubu cemaat davranışına iter.
Tomasello'nun Mead’dan aktardığına göre, insanların özellikle iletişim yoluyla birbirleriyle etkileşime girdiklerinde, kendilerini ötekinin rolünü oynarken hayal edebildiklerini ve ötekinin bakış açısından bakabildiklerini belirtmiştir. Bu role ve perspektife öykünme yeteneğinin,( işbirlikçi bir tutumla birlikte), yalnızca kültürü ve dili mümkün kılmakla kalmayıp, aynı zamanda birilerinin kendi bakış açılarını grubun normatif standartlarına tabi kıldığı akıl yürütmeyi de mümkün kıldığını belirtir.(1)
Wittgenstein, bir dilsel uzlaşımın veya kültürel kuralın uygun kullanımının önceden var olan ve dilin tüm kullanımlarına ve kurallara kişiler arası anlamı kazandıran, pragmatik altyapıyı oluşturan bir dizi müşterek sosyal pratiğe ve yargıya (yaşam formları) çeşitli bakımlardan nasıl bağlı olduğunu açıklamıştır.(2)
Mitsel veya kutsal strüktüre dönüşen kavramlarda birey, kendi kalıpların içinde kristalize olmuş durumdadır. Hegemonik/iktidar dayatmasının etkisi altında aynı/cemaat davranış ve eğilimlerde bir araya gelir. Nesnel toplumsal sorunlar karşısında evrensel/objektif hakikati dışlar ve kendisine dayatılan kalıplaşmış önyargılara göre davranış özellikleri gösterir.
İdeolojik kişilikte ‘’ben’’ ve ‘’başkaları/onlar’’ kavramları yaygın politik bir düstur durumuna evrilmiş durumda ise egemen söylem mutlak iktidar için amacına ulaşmış demektir.
Bu aşamadan sonra siyasi liderlikler birer kutsal/peygamber figür düzeyine erişmiştir. Bu özellikteki bireyin oluşturduğu toplumlarda değişime karşı yüksek bir direnç mevcuttur.
Kutsalın ideolojilere dönüştüğü toplumsal yapıların dışsal etkenlere kapalı olması, modern çağın en büyük problematiğidir.
(1).T.Michael.İnsan Düşünüşünün Doğal Tarihi.S.14)
(2). T.Michael.İnsan Düşünüşünün Doğal Tarihi.S.14)