Çok karakterli, dört farklı mekân ve karmaşık örgülü bir kitap olması nedeniyle okuyucuyu bunaltan, tekrar tekrar geriye dönüp yeniden başladığı Parfümün Dansı kitabı, 92 yaşındaki Tom Robins’in yazdığı 11 romanından en bilineni.
Robbins’in karmaşık yaşam öyküsü adeta romanın kurgusuna da yansımış gibi. Asıl adı Thomas Eugene Robbins olan Tom Robbins, ABD’de Kuzey Carolina’da bir hemşirenin oğlu olarak dünyaya geldi. Gazetecilik, orduda subaylık ve editörlük gibi faklı işlerde çalışan Robbins’ın adı ilk defa 1971 yılında ilk kitabı olan Dur Bir Mola Ver ile dünya edebiyatında duyulmaya başlandı. Eleştirmenler tarafından övgüler alan ilk kitabından sonra sinemaya da uyarlanan Dişi Kovboylar da Hüzünlenir adlı eseri büyük ilgi gördü.Daha sonra yayınlanan Tibet Şeftalı Turtası,B.Bira,Sirius’tan Gelen Kurbağa,Sicak Ülkelerden Dönen Vahşi Sakatlar,Villa Meçhul,Sıska Bacaklar,Geriye Uçan Yaban Ördekleri ve Ağaçkakan kitapları dünya edebiyatındaki yerini aldı.
Özetini çıkarmaktan zorlandığım Parfümün Dansı kitabını ikinci kez okuduğumda Tom Robbins’in romanı felsefe ile adeta bir kavramlar bütünü ile yazdığını söyleyebilirim. Felsefe de zaten kavramlar oluşturmak değil mi?
Romanda Seattle, New Orleans,Paris ve Doğu’da bir şatoda olmak üzere dört farklı hikaye var.Şatodaki hikaye yüzyıllar öncesine dayanıyor.Modern çağda parfümle uğraşan insanları anlatıldığı ilk üç hikayeden sonra törelerinde yaşlılık nedeniyle öldürülmesi gereken kralın hikayesiyle dördüncü bölümde karşılaşıyoruz.
Dört faklı hikâyede adları geçen karakterlerin aynı noktada birleşmesi, belki de romanın daha önce belirttiğimiz gibi karmaşık ve anlaşılmasını güçleştiren bir labirente dönüşmesindendir. İmgeler ve metaforlar, eserde dilin demirin yüksek ısıda bükülmesi gibi bir emekle aktarılması hissi romandaki kurguyu kozmik bir laboratuara çevirir; Havuç, maddi başarıyı simgeler. Vaat edilmiş, genellikle hayali bir ödül. Havuç bir dilektir, bir yalan, bir rüyadır. O açıdan bakıldığında, parfümle ortak bir yanı vardır. Ama pancar, pancar proleterdir, anında hazırdır ve gösterişten uzak bir biçimde de ürkütücüdür. Pancarın bir parfümcüye getirdiği mesaj nedir? Ona o şık, özenti, seçkin tavırların artık sonunun geldiğini mi söyler? Daha doğal, dünyasal, doğrudan bir yaklaşımın kendisi için kârlı olacağına mı ima eder? Bu pancar, bu amber, madencinin bir kanlı gözü, bakışın deldiği bu elma, bir uyarı mıdır, yoksa dursa bir öğüt müdür?
Eserde buna benzer metafor ve anlatımlar Tom Robbins’in ‘’dil atölyesi’’nde sık sık karşılaştığımız örneklerdir.
Kral Alobar’ın ölümsüzlük ütopyası romanın kurgusal omurgasını oluştursa da, keçi ayaklı ve bereket tanrısı Pan,sırrı yıllarca nesilden nesile aktarılan parfümün içindeki gizli orta nota öğeleriyle okuyucuya ayrıca keyifli ayrıntılar sunar.Robbins ölümsüzlüğü doğada canlının var olmasını sağlayan maddeleri olan hava,su toprak ve ateş ile açıklar.
1) Hava – doğru nefes almayı bilmiyoruz; oksijene muhtacız, ancak hayati olan oksijen bir taraftan da vücutta oksitlenmeye yani hücrelerin paslanmasına yol açıyor. Bunun için doğru şekilde (derin ve yavaş) nefes almayı bir alışkanlık haline getirmek gerekiyor.
2) Su – vücut ısısını azaltmak, ölümü komple ortadan kaldırmasa da yavaşlatır. Arka arkaya sıcak ve soğuk su banyoları yapmak, kanın önce deri yüzeyine yaklaşmasını sonra da soğuyarak vücuttaki harareti düşürmesini sağlar. Bu döngü düzenli tekrarlandıkça vücudun bağışıklık sistemi kuvvetlenir.
3) Toprak – besinin anası topraktır. Topraktan çıkan basit yiyecekleri, az az ve sık sık yemek vücudu yormadan besler.
4) Ateş – insanın genleri kendini devam ettirme üzerine programlanmıştır ve seks hayatı bittiğinde genler görevini yaptığına inanarak kendini salar.
Robbins bu temel dört madde ile en önemli sırrı şu şekilde aktarır; “…yalnızca mantıkla mücadele ettikleri, ruh ve kalp konusunda ilerleme kaydedemedikleri için gerçek ölümsüzlük onlara nasip olmayacak.” Burada asıl önemli olan insanın varlığını sürdürmesinin ruhunu ne kadar beslediğiyle direk alakalı olmasıdır. İnsanı ruh taşır.
Robbins parfümün asıl gizemini pancarın sırrı ile açıklar; “Pancar, sebzelerin en keskinidir. (…) Pancar aslında melankolik bir sebzedir. Istırap çekmeye onun kadar isteklisi yoktur. Örneğin insan şalgamı ne kadar sıksa, kanatamaz.”Pancar, (diğer sebzelerin aksine) vücudu, ona girdiği renkte terk eder. Doğduğumuz zaman yuvarlak, keskin, saf bir yüzümüz vardır. İçimizde evren bilincinin kırmızı ateşi yanar durur. Ama yavaş yavaş bizi, analar babalar yer, okullar yutar, sosyal kuruluşlar emer. (…) Sindirildiğimiz zaman, pis bir kahverengi tonunda çıkarız. Pancardan almamız gereken esas ders şudur: İnsan, yanağındaki ilahi renge, içindeki doğal pembeliğe sarılmalı, yoksa kahverengiye dönüşür.”
Toparlarsak; Tom Robbins ‘’Parfümün Dansı’’ romanında aslında bizi yaşamla yüzleştirir. İnsanın doğasındaki zorluklar ve acılar gerçekten bir yazgı mıdır? Ölüm bizim asıl gerçekliğimiz midir? Yaşamımızı kısaltan nedenler bedenimize yüklediğimiz fazlalıklar olabilir mi?
Kral Alobar’ın asıl derdi bu sorulara yanıt aramaktır. Tahta kalabilmek için kabilenin saçında üç beyaz kılın beyaz olmasını öldürme nedeni görmesi Alobar’ın bu geleneğe karşı savaş başlatmasına neden olur.
Bir kralın yaşamı uğruna ‘’kendi yasası’’nı ortadan kaldırmaya soyunması, insanın hayatta kalması için verdiği mücadelenin belki de ironik bir veçhesidir.
Keçi ayaklı bereket tanrısı Pan’a göre ‘’insanları sınırlayan tanrılar değildir. İnsanları sınırlayan insanlardır.’’