İnsan, hayvani ve savunmasız bir yaratık olarak kalmamalı, yaratıcı bir varlık olmaya yönelik istenç duymalıdır.
Neden endişe duyar, neden bilimsel düşünmekten kaçınır, neden bazı doğruları görebiliyorken inanmamayı seçer, neden saldırgan, neden fanatik oluruz, neden komplo teorileri üretiriz hiç düşündünüz mü?
Karnını doyuran, eşi ya da ailesi ile huzurlu, güvenli bir ortamda dostları olan, sağlıklı, kendini gizlemeden hedeflerine yürüyebilen bir insan yukarıdaki duygu durumlarını barındırabilir mi? Böyle bir insan kandırılıp manipüle edilebilir, algısı yönetilebilir mi? Maalesef algısı yönetilemeyen, manipüle edilemeyen insan ya da toplumlar; ruhban, otoriter veya manipülatif iktidarlar tarafından onay görmezler. Bu iktidar türleri için neşe, kahkaha, müzik, sanat, okuma vs. tabudur. İnsanların yaşamaları için vazgeçemeyecekleri eylemleri yaparken onlara suçluluk hissettirmek manipülasyon tekniklerinin püf noktalarındandır. Suçluluk duyan birey endişeye kapılır ve korkar.
Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinde de görüleceği gibi güçlü insan olabilmek için piramidin ilk basamağı ve temeli olan varoluşsal ihtiyaçların karşılanması gerekir. Fizyolojik ve biyolojik olan bu ihtiyaçların en başında gelen temel unsur açlık ve cinsel açlıktır. Ancak bu ikisinin tamamlanmasından sonra barınma, aile, iş, nakdi kaynak, sağlık, ahlak gibi aşamalar gelir. Sadece biyolojik tekâmül toplumların ve ulusların mutluluğunu ve gelişimini sağlayamaz. Aynı zamanda zihinsel ve ruhsal tekâmülünün de gerçekleşmesi gerekir.
Oysaki gelişmekte olan ya da gelişmesi mümkün olmayan ülkelerde toplumların muktedir iktidarlar tarafından, birinci basamaktan ikinci basamağa geçmesine izin verilmediği ya da ayrıcalıklı bir kısmın kısmen geçmesine izin verildiği görülür. Bu toplumlar sadece güdü ve dürtüleri ile hareket ederek aşırı duygusal tepkiler verirler. Yani düşünme, soru sorma, bilgiyi arama bulma, analiz ve sentezi yorumlamadan uzak olanları fanatikleştirmek, vandallaştırmak ve manipüle etmek oldukça kolay olur.
Şimdi düşünelim, etrafımızda ailesine, farklı grup ve topluluklara karşı aidiyet duygusunu geliştirmiş, burada samimiyet görmüş, kabul görmüş, güven duymuş, sevilmiş ve sayılmış kaç insan var? Cevap vermeden önce soruyu farklı ele alalım. Etrafınızda ailesine, farklı grup ve topluluklara aidiyet duygusu geliştirmemiş, kabul görmemiş, güvensiz, takdir edilmeyen sevilip sayılmayan kaç insan var?
Bu iki sorunun cevabının toplumları veya ulusları bambaşka yerlere götüreceği düşünülebilir. İlk soruya verdiğiniz cevap, ikinci soruya verdiğiniz cevaptan nicel olarak fazla ise bu o insanların bulunduğu toplumun ya da ulusun nitelik bakımdan daha iyi olacağını gösterebilir. Erich Fromm’a göre sanat, sevgi, inanç düşünce gibi alanlar insanın kendisini aşmaya yöneltebilen araçlardır. Kendini gerçekleştirmek ve aşkın olabilmek ise bir insanın gelebileceği en üst düzey olarak görülmektedir. Bu da Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinin en tepesidir. Peki ya tam tersi olarak cevap veriyorsanız?
İşte orada bugün ülkemizin geldiği yeri görebilirsiniz. Piramidin ilk basamağında perişan olan, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, endişe, korku içinde olan çoğunluk ve sadece çok para kazanarak bir işi başardığını düşünen ahlaktan, öz güvenden, öz saygıdan uzak bir azınlık bir diğer tarafta da her basamağın hakkını verip tepeye tırmananlar ve aşağı bakarken hissettikleri suçluluk duygusu. Her basamakta bulunanlar için oluşan bu olumsuz sonuçların yarattığı büyük kaoslar… Bu durum kimin ya da kimlerin işine geliyor? Tesadüfen mi, yoksa bilinçli, kasıtlı olarak mı bu sürecin içerisindeyiz? Siz değerli okurlarıma bırakıyorum…