Türkçe’ye yamalanmaya çalışılan son iki kelime: expat ve bounty
Abone Ol
İlhan KARAÇAY araştırdı ve yazdı:
Türkçemize yamalanmış olan binlerce yabancı dil kelimesine eklenecek iki aday kelime daha var.
Bunlardan biri ‘ha girdi ha girecek’ olan Expat, diğeri de ‘girmeye aday’Bounty kelimeleridir.
Bir toplantı davetiyesinde gözüme çarpan ‘Expat’ kelimesini ben daha önce ‘gurbetçi’ olarak kullanmıştım ama, aynı kelimenin bir davetiyede yer alması, bu kelimeyi araştırmama yol açtı.
Toplantı, Dünya Türk İş Konseyi DTİK’in Avrupa Komisyonu Başkanı Turgut Torunoğulları’nın organizasyonuydu. Altta görüntüsünü bulacağınız davetiyedeki, “Hollanda’da profesyonel iş hayatında bulunan Türk expatlarla bir araya geleceğimiz” ibaresi kafamı karıştırmıştı.
Yaptığım araştırmada, expat kelimesinin ilk karşılığının, “gurbetçi” olduğunu gördüm.
Araştırmamı derinleştirdiğim zaman da, bu kelimenin daha nitelikli bir anlam taşıdığını gördüm.
Bir yerde Expat için şöyle deniliyordu: “Expat, Latince kökenli expatriate kelimesinden gelmekte olup, doğduğu ülke dışında çalışan bireyleri tanımlamak için kullanılır. Göçmenlikten farklı bir statüsü bulunan Expat, yüksek nitelikli çalışanları ifade eder.”
Bir başka yerde Expat’ın karşısında şunlar yazılıydı: “Expat, doğduğu ya da vatandaşlığının bulunduğu ülke dışında, bir şirket, üniversite, hükümet veya sivil toplum kuruluşu tarafından belirlenen görevleri yerine getirmekle sorumludur. Hizmet verdiği kurumun faaliyet gösterdiği sektöre bağlı olarak görev tanımı farklılıklar arz eden Expatın genel görevleri şunlardır;
Şirket tarafından kendisine tayin edilen görevleri yerine getirmek, Üniversitenin belirlediği araştırma faaliyetlerini gerçekleştirmek, Sivil toplum kuruluşları adına hareket etmek ve sosyal projeler tasarlamak, Ülke yasal düzenlemelerine uygun çalışmalar gerçekleştirmek, Çalışmalarını periyodik raporlar halinde ilgili birimlere iletmek, Mesleki gelişimi sürdürmek.”
Expat deyiminin, sadece yurt dışına giden nitelikli olan kişiye değil, yurt dışına çalışmaya giden herkes için kullanıldığını belirten iddialar da var. O iddiayı, şu satırlar arasında bulabiliriz:
“Expat, İngilizce “expatriate” kelimesinin kısaltılmış haline denilen bir kelime. Aslında, Latince “ex” ve “patria” kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkmış bir kavram. Ex = dışarıdan, patria = ülke anlamına geliyor. Genelde çalıştıkları firma tarafından başka ülkelere gönderilen insanlar expat olarak adlandırılıyor, aynı zamanda bu kelime günümüzde yurtdışında çalışmaya giden herkesi kapsıyorda diyebiliriz.”
Yukarıdaki anlatılanlara baktığım zaman, ben şahsen ‘expat’ deyimini, yurdunu terketmiş her insan için kullanmamız gerektiğine inanıyorum. İnsanları ‘elit meslekli’ ve ‘amele’ diye ayırmanın yersiz olduğunu düşünüyorum.
Doktor, avukat, mühendis, araştırmacı, tesviyeci, montör, marangoz gibi meslek sahipleri için expat, amele için sadece gurbetçi demek, ayrımcılıktan başka bir şey değildir.
Bu nedenle, ben şahsen, expat deyimini, yurdunu terketmiş olan herkes için kullanmayı tercih edeceğim.
BOUNTY
Bu sözcüğü hepimiz, özellikle Türkiye’dekiler, bir çikolata markası olarak biliriz.
Bounty, Mars, Incorporated tarafından üretilen ve uluslararası pazarda satılan bir çikolatadır. 1951 yılında Birleşik Krallık ve Kanada’da tanıtıldı. Başlangıçta sadece sütlü çikolata ile kaplıydı.
Bounty Türkiye’ye Hollanda’dan ithal ediliyor. Ürünün tek adedi 28,5 gr. olup ikili ambalajlarda satılıyor.
Bounty sözcüğünün tabii ki başka yerlerde kullanıldığı da biliniyor.
Örneğin, Türkçe’de, İngilizce’den tercüme, cömertlik anlamında kullanıldığı oluyor.
Bounty sözcüğü aşağıdaki hallerde de kullanılıyor:
– İngilizcede, ödül, lütuf: bir kuruluş tarafından sunulan bir miktar para veya başka bir ödül.
– HMAV Bounty, 1789 yılında Bounty İsyanı’nın patlak verdiği gemi,
– Bounty Adaları, Yeni Zelanda’nın güneydoğusunda bir grup ada,
– Bountytrog, Yeni Zelanda’nın güneybatısında okyanus tabanında bir çöküntü,
– Mel Gibson ve Anthony Hopkins’in başrollerini paylaştığı, Bounty’deki isyan hakkında
bir film,
– Bounty (albüm), Norveçli şarkıcı-söz yazarı Haakon Ellingsen’in albümü,
– Bounty (çikolata), hindistan cevizi ile doldurulmuş bir çikolata,
– Bounty (Star Trek), Amerikan televizyon dizisi Star Trek: Enterprise’ın bir bölümü,
– Bounty (atraksiyon), Wavre’deki Walibi Belçika eğlence parkında artık kaldırılmış bir
atraksiyon,
– Bounty (takma ad), beyaz gibi davranan siyah bir kişi için takma ad.
Şimdi bu bounty sözcüğünün de Türkçeye bir başka anlamla girmesi ihtimal dahilinde.
Bu sözcük Hollanda’da, içi başka-dışı başka insanlar için de kullanılıyor. Değerli dostum Mustafa Özcan, geçenlerde bu konuya değinmiş ve bounty sözcüğünün içi ile dışı aynı olmayan, işgüzar veya istismarcı kişiler için kullanıldığını yazmış.
Şimdi, “bounty” sözcüğü Türkçe’de yaygın olarak kullanılmak istenirse, bu kelimenin Türkçe’ye girmesi ve belirli bir anlamı ifade etmesi gerekecektir. Örneğin, Hollanda’da olduğu gibi “dışı kara ama içi beyaz” anlamına gelmesi için belirli bir bağlamda kullanılabilir. Türkçe’nin dinamik doğası ve kültürel etkileşimler göz önüne alındığında, yeni kelimelerin ve deyimlerin dilimize girmesi mümkündür. Ancak, bu kelimenin yaygın kullanımı ve kabulü için belirli bir süre kullanılması gerekebilir.
TÜRKÇE’DEKİ YABANCI KELİMELER
Bu konuyu Google’de araştırırken karşıma pek çok iddialı yazılar çıktı.
Özellikle, Meftun.Art ve BillDill sayfalarında bulduğum tanımlar ve iddialar şöyle:
Dil; yaşamın yapı taşı, iletişimin kaynağıdır. İnsanlar arası bilgi aktarımını ve anlaşmayı sağlayan bu yapı her gün gelişir, değişim gösterir. Canlı bir yapıya sahip olan dil, onu konuşan milletin en önemli hazinesi ve geleceğe bırakacağı mirasıdır. Kendi içinde geçirdiği evrime ek olarak diğer diller ile kurduğu ilişkiler sonucunda da belirli değişimlere uğrayabilir. Farklı dönemlerde toplu olarak da dile girebilen bu kelimeler, gerektiği anda müdahale edilmezse diller arası etkileşimin verdiği olumlu sonuçlar, yerini yabancı kelimelerin istilasının yaratacağı olumsuzluklara bırakabilir.Bunun sonucunda ise dilin ve doğal olarak milletin kimliğine, benliğine zarar gelir. Her dilin yaşayabileceği bu durumu, Türkçenin de bazı dönemlerde yaşadığını söyleyebiliriz.
Yüzyıllardan beri konuştuğumuz dil, zaman içerisinde pek çok farklı milletin diliyle karışmıştır. Küreselleşen dünya ve hızla gelişen teknoloji, bilgi ve dünyadaki farklı milletlerle kurulan ekonomik, siyasal ilişkiler, dilimize yabancı kelimeler girmesine sebep olmuştur. Bunun yanında sosyal hayatta yabancı kelimeler hemen her gün karşımıza çıkar: Yabancı diziler, yabancı müzikler, yabancı kitaplar, yabancı kafe ve restoran isimleri vb. Dünyada bir olayı veya nesneyi karşılayan kelimenin Türkçede bir karşılığının bulunamaması da bu yabancı kelimelerin dilimize girmesine sebep olmuştur. Bu sebeple bugün konuştuğumuz dil içerisinde pek çok farklı milletin dil değerlerini taşır.
Günlük hayat, yabancı kelimeleri en sık kullandığımız yerlerden birisidir. Farkında olmadan izlediğimiz dizilerden, filmlerden ve dinlediğimiz müziklerden kulak aşinası olduğumuz yabancı kelimeleri bir süre sonra günlük yaşamda da kullanmaya başlarız. Bunlardan ilk ve en basit örnek “merhaba, selam” anlamına gelen “hello, hi” kelimeleridir. Bu kelime karşılığını hemen herkesin bildiği ve her 10 insandan 9’unun kullandığı bir yabancı kelimedir. Bunların dışında, “yes, no, thanks vb.” temel olarak kullandığımız sözcükler en çok kullandığımız yabancı kelimeler olarak karşımıza çıkar.
Dil, bir milletin en önemli değerlerindendir. İçerisinde ait olduğu milletin kültürünü, din değerlerini, toplum değerlerini, hikayelerini, zaferlerini ve kayıplarını gelecekteki nesillerine taşır. Dil korunduğu sürece milletin geçmişi ve geleceği de korunur demektir. Bir millet için bu kadar önemli olan bir noktanın zaman içerisinde farklı dillerin boyunduruğuna girmesi pek çok insan fark etmese de aslında üzücüdür. Dilimizde yabancı kelime kullanımı her geçen gün artarken milli değerlerimizi korumak için bunun önüne geçmek gerekmektedir. Bu durumun en kolay yolu da Türkçede karşılığı bulunan yabancı kelimeleri tercih etmek yerine Türkçe karşılıklarını tercih etmektir. Kullandığımız dile sahip çıkmak da ülkemizi, milletimizi kalkındırmanın bir yoludur aslında. Onu ileriye taşımak gelecek için en önemli şeydir. Her açıdan bizim için bu kadar önemli olan bir noktayı atlamamak ve var olduğumuz kültürü ve milleti en iyi şekilde yarınlara taşımak için dilimizde yabancı kelime kullanmamalıyız.
Dilde yapılan denetimler ve erken müdahaleler dilin, diğer diller ile etkileşimi sonucunda bünyesine alabileceği yabancı kelimelerin olabildiğince az miktara indirilmesini sağlar. Canlı yapıda olan bu iletişim aracı, bünyesine aldığı her yeni kelimede biraz daha yozlaşacak ve kendi benliğinden uzaklaşacaktır. Şimdilerde ne kadar farklı dillere ait, kulağa hoş kelimelerin kullanılması bir sorun teşkil etmiyor gibi gözükse de bu durum her geçen gün dilin daha da tahrip olmasına sebebiyet vermektedir. Dilin biricik ve bir şeyleri çocuklar kadar hızlı öğrenip karmaşık yapısına katabileceğini unutmamak gerekirken olabildiğince kendi işleyişine uygun kelimeler türetmek önemlidir. İstenmeyen sonuçlardan biri olan dilin bozulması durumunu yaşamamak amacıyla alınan her önlem, geleceğe daha zengin bir lisan bırakmak anlamına gelmektedir.
Halkın ekseriyetinin, milletin diline girmiş kelimeler, menşeleri ne olursa olsun, artık o dilden, o milletin dilinden sayılır. Bugün modern Avrupa ilim ve san’at dillerinde kullanılan kelime ve tâbirlerin çoğu, dünyada birçok milletler tarafından kullanılmakta bulunduğu için, milletlerarası bir hüviyet kazanmışdır. Mahallî bâzı ufak telâffuz farkları ile bunlar hemen hemen aynı sayılır ve aynı mânada kullanılır: telefon, asansör, otopsi, vantilatör, reform, biyografi gibi…
Böyle bu şekilde binlerce fennî ve sınaî kelime, yabancı oldukları halde, dilimize girmiş ve yerleşmiştir. Şimdi bizim malûm Dil Kurumu ne yapıyor? Garip ve acayip bir ırkçı hamaratlığı ile, bu kelimelere mutlaka ve muhakkak Türkçe karşılıklar bularak dilimize sokmak hevesine düşüyor.. Lisanımıza uzun müddetten beridir girmiş bulunan ecnebi ıstılah ve tâbirlere el atmak ve onları sözde Türkçeleştirmeğe kalkmak ne derece doğru ve mantıkîdir? İşte uydurulan bâzıları:
Emeç, yelleç, dengelem, düzeltim, arıtımevi, inerçıkar, yıldırı, düşlem, tartaç…
Evet, baskül bir “tartaç” tır ama, her tartaç baskül değildir! Sonra, “reform” başka şeydir, “düzeltme” başka… üstelik “düzeltim” buluşu da uydurmadır.
Rafineri’ye biz Türkler “tasfiyehane” deriz, artık bunu “arıtımevi” yapmanın mânası yoktur! Nasıl ki posta-hâne, pasta-hâne gibi kelimelerimiz de vardır ve tamamen Türkçe sayılmalıdır.
Dil Kurumu böyle ciddî olmayan buluşlar ortaya atarken, TRT denen Kurum da, bu zihniyetin tam zıddı olarak, haber bültenlerini baştanbaşa firenkçe kelime ile doldurmakta ve buna kimse ses çıkarmamaktadır.
Dil Kurumunun uydurduğu karşılıklar da, güzel Türkçenin edebî telâffuz ve şivesine hiç uymayan bozuk ve eksik kelimelerdir: dolaşı, tartışı, yıldırı, düzelti, eleştiri… Bunlar ne biçim Türkçe kelimelerdir? Berbat şeyler!
Lisanımız, sâdece dış tesirlerle değil, içimizdeki devrimci ilericilerin ilim ve zevk dışı yanlış faaliyetleri yüzünden de bugünkü acınacak duruma getirilmiştir. Dilimizi ancak biz Türkler tekrar ıslâh edebilir ve eski edebî ve şairane, güzel ve zarif seviyesine getirebiliriz. Bunun için, sonradan dilimize kasden sokuşturulmuş olan ve hâlen de sokuşturulan molozları ve ısırgan otlarını söküp atmalıyız; uydurma kelimelerden temizlemeliyiz. Uydurukça kelimeler kadar Batı malı lüzumsuz kelimeler de lisanımız için tehlikelidir.
Meselâ “iktisad” yerine “ekonomi”,“iktisadî” dururken “ekonomik” dememeliyiz ve yazıp kullanmamalıyız. Bin senedir kullandığımız kelimeleri atarak yerlerine fransızca ve ingilizce karşılıklarını ahp kullanmağa kalkmak lisanımız için son derecede zararlı olmuştur ve zararlı olmaktadır. Türkçemizde karşılıkları bulunan tâbir ve ıstılahların firenkçelerini asla ve hiç bir zaman kullanmıyacağız; ancak fennî ve ilmî olanlarını bundan istisna edeceğiz.
Batı musikisi san’atına dâir kelimeler lisanımıza girmiştir.
Bunlar arasında “konser” ve “varyasyon” da vardır. İlericiler, bütün ıstılahlarla başa çıkamıyacaklarını bildikleri için ancak bu iki kelimeye Türkçe karşılık uydurmuşlar: Konser yerine “dinleti” varyasyon yerine de “çeşitleme”! Hiç biri, karşılıkları değildir, tamamen uydurmadır. Konser kelimesi çok daha yaygındır. Onu değiştirip bozmağa lüzum ve ihtiyaç var mı ki?
Gelişmelerden haberdar olmak istiyor musunuz?
Google News’te Sonses.tv sitemize
abone olun.