Savaş, acımasız ve korkunç yüzünü bir kez daha gösterdi. İsrail-Filistin Savaşının, daha doğrusu İsrail’in tek yanlı Gazze kuşatmasının 12. Gününde yani, 17 Ekim 2023 günü akşam saatlerinde; Filistin hükümeti ve Hamas yetkilileri, İsrail'in Gazze'deki El-Ehli Baptist Hastanesi'ni vurduğunu ve bu saldırıda en az 500 kişinin öldüğünü açıkladılar. Tabii, bir adına da iletişim ve bilişim çağı denilen ilginç bir çağda yaşıyoruz. Bu çağın bir özelliği olarak evlerimizin salonlarındaki en rahat koltuklarımıza kurularak televizyonlarımızın başına geçiyor ve dünyanın herhangi bir noktasındaki en kanlı savaşları bile tıpkı bir gerilim ya da korku filmi izler gibi izleyebiliyoruz. Gazze'deki El-Ehli Baptist Hastanesi saldırısında da bu durumu bir kez daha yaşadık. Haber duyulur duyulmaz televizyonlar olay yeri ile canlı bağlantılar kurdular. Gelen ilk görüntüler, normal ve sağlıklı insanların akıllarının ve mantıklarının alamayacağı kadar korkunçtu. Akıllara durgunluk verecek, vicdanları kanatacak ve infial yaratacak cinstendi. Nitekim, dünyanın ve ülkemizin çok çeşitli şehirlerinde insanlar sokaklara inerek bu gerçekten de korkunç olayı protesto ettiler. Ve bu olayı yapanları lanetlediler. Çeşitli devlet adamları ve uluslararası örgütlerin bazı yöneticileri bu kanlı saldırıyı çeşitli şekillerde nitelendirdiler. Kimileri buna soykırım, etnik temizlik, kimileri vahşet, kimileri ise canavarlık dediler. Olaya uluslararası hukuk açısından yaklaşan bazıları ise, bunu bir savaş ve insanlık suçu olarak değerlendirdiler. Evet, canavarca duygularla işlenmiş bu olaya harp hukuku açısından bakıldığında bu olay, kelimenin tam anlamıyla bir savaş ve insanlık suçudur. Çünkü bu olay, savaş durumunda sivil hedeflere, hastanelere, okullara, ibadethanelere ve kutsal sayılan mekanlara dokunulmayacağını hüküm altına alan Cenevre Sözleşmelerine açıkça aykırıdır. Tabii günümüzde pek de yaygınlaşmış ve önem kazanmış, özellikle de uluslararası örgütlerin ve mahkemelerin yapılarını ve işleyişlerini düzenleyen bir uluslararası hukuk, devletler genel, devletler özel hukuku ve harp hukuku gibi hukuk alanları gelişmiştir. Ancak iç hukuktaki gibi bunların ihlalini takip edecek kolluk güçleri, yargı organları ve bunlara uygulanacak yaptırımları uygulayacak makamlar ve güçler yoktur. Bu nedenle uluslararası ilişkilerde ve uluslararası hukukta hak her zaman güçlünün olmaktadır. Güçlü olan dilediğini dilediği gibi yapmayı kendisine hak olarak görmekte ve yaptığı zulümler de yanına kar olarak kalmaktadır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanmış ve yaşanmakta olan savaşlarda hayret ve ibretle tanık olduğumuz vahşet ve barbarlıklar ne yazık ki bunun böyle olduğunu göstermiştir. El-Ehli Baptist Hastanesi katliamını çeşitli şekillerde tanımlayabiliriz. Buna bir bakıma sözün bittiği yer de diyebiliriz. Aynı zamanda bu olayı halk arasında “kan tutulması” olarak isimlendirilen sapkınlığa da benzetebiliriz. Benim anımsadığım kadarıyla halkımız eskiden kan tutmasını; cinayet işleyen katiller için “Düşmanını vurdu ve oracıkta, silahı elinde çakıldı kaldı, kalakaldı, donakaldı. Kan tuttu. Ölenin, öldürülenin kanı tuttu.” Şeklinde tarif etmeye çalışırlardı. Bu inanışa göre, döktüğü kana gözleri takılan katil, bir yere kıpırdayamaz, hasmını vurduğu yerde, gözü hasmından akan kanda öylece kala kalakalırdı. Zamanla bu kişiler, kan tutulmasına kilitli, kan dökmeye tutkun ve bağımlı hale gelirlerdi. El-Ehli Baptist Hastanesi'nin bu şekilde vurularak 500’den fazla hasta, çocuk, yaşlı, kadın, sivil ve sağlık personelinin öldürülmesi olayını halkımız gibi tanımlayacak olursak bu olayı “Gazze’deki kan tutulması” şeklinde de tarif edebiliriz. Eğer şöyle bir anımsamaya çalışacak olursanız; hastane saldırısından kısa bir süre önce de Birleşmiş Milletler, Gazze'de binlerce kişinin sığındığı bir okulun vurulduğunu ve binlerce kişinin hayatını kaybettiğini duyurmuştu. Şöyle bir düşünecek olursanız art arda gelen bu şiddet olayları oldukça dikkat çekicidir. Çünkü, kurulduğu 1947 yılından beri İsrail’in Orta-Doğu’da döktüğü kan hiç durmamakta ve özellikle de Filistinlilere uyguladığı akıl almaz etnik temizlik hiç bitmemektedir. Artarak devam etmektedir. Bunun elbette ki çok çeşitli nedenleri vardır. Ama geldiğimiz noktada öyle görünüyor ki, bu şiddetin en önemli nedenlerinden birisi de günümüzde İsrail’i yöneten devlet adamlarının olayları dinsel kodlarla değerlendiriyor olmalarıdır. Yahudilik dininin kutsal kitabı olan Tevrat’ta anlatılan ve çok ilginçtir ki İsrail ordusunun bugün uyguladığı şiddete çok benzeyen birtakım şiddet olayları anlatılmaktadır. Örneğin Tevrat’ın Yeşu bölümünde Hz. Musa (a.s) vefat ettikten sonra onun yerine hem peygamber ve hem de kral olarak geçen Nun oğlu Yeşu’ya (Bu peygamber Müslümanlar tarafından Yuşa olarak bilinmektedir.) ilişkin şu olaylar anlatılmaktadır. Bu peygamberi sayesinde “Arz-ı Mev’ud” (vaat edilmiş topraklar) adı verilen
topraklara adım atan İsrailoğulları, bu topraklarda yaşayan putperest Kenanî kavimlere ait yerleşim yerlerine saldırarak onları ele geçirmeye başlarlar. Bu yerlerden ilki bugün de aynı ismi taşıyan Eriha şehridir. Tevratın yazdıklarına göre, bakınız Eriha şehrini ele geçiren İsrailoğulları bu şehir ve insanlarına neler neler yapmışlardır: “…Kadın erkek, genç yaşlı, küçük ve büyük baş hayvanlardan eşeklere dek, kentte ne kadar canlı varsa, hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler.” (Tevrat; Yeşu, 6/21) Burada gördüğünüz gibi, Eriha’da insan, hayvan, ev, ahır ayrımı yapılmadan hepsi yok edilmiştir. Bu anlatılanlar tamamen bir soykırımdır. Yine Eski Ahit’e göre, Eriha’daki soykırımı bitirdikten sonra; Hz. İbrahim’in Harran’dan hicret ederken “Kenan” topraklarında ilk konakladığı yer olan Ay şehrine saldıran Yeşu’nun Ay şehri ve ahalisine yaptıkları Tevrat metinlerinde şöyle anlatılmaktadır: “Kenti ele geçirenler de çıkıp saldırıya katılınca, kent halkı iki yönden gelen İsraillilerin ortasında kaldı. İsrailliler tek canlı bırakmamacasına hepsini öldürdüler.” “İsrailliler Ay Kenti'nden çıkıp kendilerini kırsal alanlarda ve çölde kovalayanların hepsini kılıçtan geçirdikten sonra kente dönüp geri kalanları da kılıçtan geçirdiler.” “O gün Ay halkının tümü öldürüldü. Öldürülenlerin toplamı, kadın erkek, on iki bin kişiydi.” “İsrailliler, RAB'bin Yeşu'ya verdiği buyruk uyarınca, kentin yalnız hayvanlarıyla mallarını yağmaladılar.” “Ardından Yeşu Ay Kenti'ni ateşe verdi, yakıp yıkıp viraneye çevirdi. Yıkıntıları bugün de duruyor.” “Ay Kralı'nı ağaca asıp akşama dek orada bırakan Yeşu, güneş batarken cesedi ağaçtan indirerek kent kapısının dışına attırdı. Cesedin üzerine taşlardan büyük bir yığın yaptılar. Bu yığın bugün de duruyor.” (Tevrat; Yeşu, 8/22-29) Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat’ta buna benzer daha pek çok olay anlatılmaktadır. İlginçtir, Milattan binlerce yıl öncesine ait anlatılan bu olaylar günümüzün şiddet olaylarına ve Gazze’deki kan tutulmasına ne kadar da benziyor. İşte bu inanç ve kültürle yetişenler akıl almaz bir şiddeti rahatlıkla uygulamaktadırlar. Öyle görülüyor ki Orta-Doğu’da akan bu kan ve gözyaşı durmayacak daha da artacaktır. Bu kan ve gözyaşını ancak etkin bir tavır geliştiren Birleşmiş Milletler ve savaş aleyhtarı dünya kamuoyu durdurabilir. Bu nedenle dünyanın her yanında barıştan ve özgürlüklerden yana olan savaş karşıtları dünya çapında bir iş birliği ve dayanışmayı geliştirmeye çalışmalıdırlar. Unutmayalım! Savaş aleyhtarı dünya kamuoyunun baskısı 70’li yıllarda Amerika’nın Vietnam savaşından çekilmesini sağlamıştır. Aynı baskının günümüzde de yaratılması önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu nedenle, barıştan ve özgürlüklerden yana olan savaş karşıtları bulundukları her ortamda seslerini yükseltmeye devam etmelidirler.
MEÜ. E Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL