Yine zor günlerden geçiyoruz. Yüzyılı aşmış cumhuriyette egemen otorite yine halkın üzerine korku ve endişeyle saldırıyor. Biz bunlara alıştık artık dememiz mi gerekiyor, yoksa direnmeliyiz mi diyeceğiz?

 Bu topraklarda yaşayan aydın ve entelektüeller yine bir sırat köprüsünde.

 Tarihsel pratikler, Türk aydını hakkında bizi nasıl bir yargıya yöneltiyor acaba?

Türk aydın ve entelektüelin bu sırat köprüsünde geçebilecek bir potansiyeli var mıdır?

Nehirlerin Musa’nınkileri gibi kan aktığı şu günlerde aydın ve entelektüeller ne yapabilir?

Bu soruları yanıtlamak için biraz geriye gitmemiz gerekiyor. Türk aydının kültürel kodlarını deşifre etmemiz lazım.

Öteki Eleştiri dergisinin Nisan 2025 sayısında yazar Sabit Kemal Bayıldıran ile yapılan bir röportaj var.Bayıldıran şöyle demiş;Entelektüel,düşence üreten anlamındadır ve ülkemizde böyle birine rastlayamazsınız.Çünkü entelektüel dediğiniz kişi,Cumhuriyet’in çeviri aydınıdır.

Hakikati ortaya koyan bir tespittir bu sözler, zira Osmanlı’nın Batılılaşma aklı Fransız aydınlanmasının etkisinde embriyo haline gelmiştir. Jön Türkler’den İttihat ve Terakkiye uzanan o hat tın üzerinde Mustafa Kemal de var, Türk sosyalist hareketi de. Yeri gelmişken şu eklemeyi de yapalım, Osmanlı aydınlanması Fransa etkisinde edebiyat merkezli bir aydınlanmadır. Cumhuriyet’ten sonra Türk aydının aldığı kültürel mırasın devamı yine o hattan gelir.

Bizi bugün en çok ilgilendiren realite, Cumhuriyet’e evrilen o hattı yani İttihat ve Terakki aydın tipolojisini izini sürüp bugünkü davranışını anlamaya çalışmaktır. Aydın ve entelektüelin faşizme, baskıya ve zorbalığa karşı olan tepkisini ancak bu tarihsel pratikten ölçebiliriz diye düşünüyorum.

Öncelikle devlet-aydın ilişkisinin Cumhuriyet döneminin sorunlu alanı gibi görüldüğünü belirtelim. Burada şu tespiti yapmakta bir sakınca yok; Türk aydınının kimlik inşası geleneksel olarak asker ve bürokrasinin kurduğu ulusun kültürel birikiminden azade değildir. Bu anlamda bizdeki aydının kültürel epitemolojsi militarist zemindedir. İttihat ve Terakki bu zeminin harcını koyan yapıdır. Bu betonal yapı Cumhuriyet döneminin de aydınına yüklediği benzer bir misyondur. Türk aydını özelleşememiştir ve ‘’kamu aydını’’ sıfatını hep taşımıştır. Devlet, bu sınırların dışına çıkanlara da demir yumruğunu esirgememiştir.

Milli mücadele yıllarında bir paşa,Nazım Hikmet’in aynı zamanda resim yaptığını duymuş ve Nazım’a Mustafa Kemal’ın bir yağlıboya tablosu yap,sana çil çil elli altın koparayım der.Nazım’ın cevabı ise altın teklif etmeseydin yapardım olmuş.

Burada Nazım gibi otoritenin her türlü avantajlarına rağmen aydın kişiliğinden ödün vermeyen bir kişilik varken, aynı şekilde Adnan Menderes’e yalakalık yaparak para koparmış Necip Fazıl gibileri de olmuştur. Günümüzde saray sofralarında kaşık sallayanlar da var. Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün kurdurduğu Çankaya sofralarının daimi konukları olan yazar ve şairler de ayrı bir yazının konusu.

Bu yaşanmış olayları yazmamdaki amacım şudur; Aydın ve entelektüel bütün haksızlıkların ve adaletsizliklerin karşısına hakikat ile çıkmak zorundadır. Koşullar ne olsun yanlışa yanlış, doğruya doğru demesini bilmelidir. İlgisizliğe karşı politik sorumluluk, elitizme karşı demokrasi, geleneğe karşı yenilik, soyutlamaya karşı gerçekçiliği savunmalıdır.

Bu perspektifle tavır alacak bir aydın sorumluluğu tek hakikat olarak gün gibi önümüzde duruyor.