Rosa Lüksemburg’a ait, 1900’lerin başlarında söylenen bu söz 2000’lerin ilk çeyreğini geride bırakmakta olan Türkiye için ne kadar güncel.
Demokrasiyi kullanarak, demokrasi vaadiyle yönetime gelen iktidar, iktidarını ve onun aparatlarını tahkim ettikten sonra 23 yıllık iktidarının ikinci yarısında demokrasiyi önce suistimal ederek sonra da ona darbe üstüne darbe yaparak yok olma noktasına getirdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal kurumları, askeriye ve yargı, kumpaslarla ele geçirildikten sonra tartışmalı seçim ve referandumlarla ikinci Cumhuriyet adı altında, kurucu Atatürkçü düşünce ve devrim ilkelerinden arındırılmış yeni bir devlet yapısı oluşturuldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal niteliklerinden laiklik esamesi bile okunmaz hale gelirken, andımız kaldırıldı, devlet dairelerinin adının önünden T.C. silindi, ülke orta doğudan getirilen milyonlarca mülteci ile dolduruldu.
Devlet kurumlarında liyakatin yerini cemaat referansı alırken, ülkede Türk’üm demek ırkçılık sayılmaya başlandı.
Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye’yi altından kalkılmaz bir borcun altına sokarken, baş yöneten dünyanın en zenginleri listesinde sayılmaya başlandı, bu süreçte halk hiç olmadığı kadar yoksullaştı.
Adaletin yerini, torpil, kayırma ve zulüm aldı.
Türk lirası dünyanın en değersiz parası haline gelirken, mülteci çöplüğü haline getirilen ülkenin vatandaşlığı hiç hak etmediği bir değersizlikle karşı karşıya kaldı.
Tüm bunlar olurken iktidara tek bir demokratik ve etkili itiraz Gezi’den, halktan yükseldi.
Kendiliğinden oluşan bu büyük sivil itiraz, muhalefet tarafından siyasi bir stratejiyle sahiplenilemediği için sönümlendirildi ve o günün “Y“ kuşağı tarafından öncüllenen bu tarihsel halk hareketi iktidarı devirebilecekken orantısız bir güç kullanımı ve ölümlerle sonuçlanan şiddetle bastırıldı.
2017 yılında olağanüstü yönetim koşullarında, iki buçuk milyon mühürsüz oyla sonucu belirlenen referandum, yeni bir anayasal rejim olarak tek adam rejimini ülkeye dayattı.
Denetlenemez bir tek adam, ülkenin tüm demokratik kurumlarını etkisizleştirdi. 8 yılda İnsanları güvencesiz, umutsuz, ülkeyi her anlamda tükenme noktasına getiren tek adam yönetimi, en son 2023 seçimlerinde de bir biçimde iktidarını bir kez daha sözde seçimle tahkim etse de, 2024 yerel seçimleri ve sonrasında geldiğimiz noktada bu iktidarın bir kez daha seçimle sürdürmesi mümkün görünmüyor.
Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı hareketinin başlaması ile birlikte aldığı halktaki karşılık iktidarı rahatsız edince, iktidarın ülkesi ve halkı için duymadığı gelecek kaygısı, totalitarizmin sopasını ortaya çıkardı.
Kumpas davalarla İmamoğlu’nun diploması geçersiz sayılırken, o ve birçok belediye başkanı ve arkadaşları haksız hukuksuz biçimde cezaevine konuldu.
Yargı eliyle halk iradesine yapılan bu darbeye halkın tepkisi bu kez çok farklı oldu. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin çaktığı tepki kıvılcımı tüm ülkeyi sardı. İktidar politikalarıyla umutsuz, geleceksiz kalan gençler halkın iradesine sahip, yapılan hukuksuzluğa karşı çıktı.
Saraçhane”de toplanan milyonlarca kişi, tüm Türkiye’de kent meydanlarında binler ‘kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz’ sloganın etrafında birleşerek, adalet, özgürlük ve demokrasi taleplerini yükselttiler.
Bu hareketin öncülüğü, Gezi’yi Türkiye demokrasisine armağan eden ‘Y’ kuşağı gençliğinden sonra, kendilerinden böyle bir tepki hiç beklenmeyen ‘Z’ kuşağı gençlerinden geldi.
Yukarıda kısaca özetlenen, Türkiye’nin bir tek adam yönetiminde her şeyini, ama her şeyini kaybettiği süreci adeta bir hipnotize halinde seyreden Türk milleti, artık sopadan, fişlenmekten, cezaevinden korkmadığını haykırıyor. 17 Yaşındaki gençlerle, 77 yaşında neneler dedeler kol kola meydanlara yürüyor, birlikte slogan atıyor, özgürlükleri ve gelecekleri için birlikte ses veriyorlar.
Bu hareket ne bir partinin ne bir siyasi düşüncenin tekelinde. Bugününden rahatsız yarınından kaygılı olan, her siyasi görüşten kadın erkek, genç yaşlı herkes bu harekete destek veriyor.
Cumhurbaşkanı adaylığı için ön seçime girdiği gün tutuklanan Ekrem İmamoğlu’nun adaylığına destek veren 15 milyon kişi bunun en iyi göstergesi.
Türk milleti kendisi ve ülkesinin geldiği durumun vahametini görerek, bunun sorumlusu olan iktidara “artık yeter” diyor! İnsanlar hareket ettikçe korkuların, çekincelerin yerini cesaret, dayanışmanın gücü ve umut alıyor. Her bir adım insanların yıllardır ayaklarına geçirilen zincirleri fark ettiriyor.
Ana muhalefet, bu halk hareketini önüne alarak, tüm demokrasi güçlerini bir araya getirerek ülkedeki bu uyanışı, önereceği politika ve eylem birliğiyle yöneterek yeni bir iktidar oluşumuna taşımalıdır!
“Hareket etmeyen zincirlerinin farkına varamaz”