Ailemiz ilk bebeğini, rahmetli ağabeyimin büyük kızıyla gördü.
Masmavi gözlü, pembe yanaklı dünyalar güzeli bir kız....
Doğumunu heyecanla bekledik, beklerken de çok güzeldi..
Başar'ım ailenin ikinci bebeği, işin en ilginç tarafı onu benim doğuracak olmamdı. Çok korkuyordum.
"Allah bir avazda kurtarsın" diyordu herkes; Avaz mı?  Ne yani avaz avaz bağıracakmıydım ben....
Her günü kabus gibi geçen dokuz ay....Henüz 19 yaşımdaydım....Korkuyordum...
En büyük tesellim aldığım haberlerdi...Bilmem kim doğum yapmış, bilmem kimin kızı olmuş , oğlu olmuş..
İnsanın kendi başına gelmeden nasıl da sıradandı bu haberler, benim haberim de başkalarına sıradan gelecekti elbette, ki mutlaka öyle de olmuştur...Başar'ım doğdu, kolay mıydı? Yok canım kolay olur mu hiç...
Zoru başarmıştım ben, afferim di bana, öylesine güzeldi ki yaşattığı...
    Sekiz yıl sonra Güneşimi beklemeye başladım, artık neler olup bittiğini biliyordum. O kadar da korkmadım..
Ama acı eşiğim çok düşük olduğundan tabii ki zordu, herşeye rağmen dünyanın en güzel bebeğini yine ben doğurmuştum..Doğum ne muhteşem bir şeydi, bir mucizeydi, ve bu mucizeye tanıklık etmek çok büyük bir ayrıcalıktı...Doğumdan, doğurmaktan korkmak çok saçmaydı artık...
Bir şekilde doğuyoruz, doğuruyoruz doğuruyorlar işte....
     Sonrasında yaşadık işte ne yaşadığımızı bilmeden. Kaşığımıza ne çıktıysa, iyisiyle kötüsüyle. Çocuklar büyürken öğreniyoruz hayatı ve çocuklar öğretiyor yaşamayı ve bilmemiz gereken herşeyi...Hatasıyla, sevabıyla günahıyla , salaklığı ile saçma sapan yıllar devrilip gidiyor ömrümüzden...
   Yaşamak elbette güzel, güzel herhalde bilmiyorum.. Bedeni gittikçe çirkinleştirmesine rağmen, güzelleştiriyor ruhunu...Galiba yaşamak da olağanüstü bir mucize...Muhteşem bir şans.....
      Sonraları ölümler başladı, önceleri birer haberden ibaretti hepsi, ve hep başkalarının başına gelirdi...
Bilmem kim ölmüş hem de çok genç 45 yaşında...45 mi? Daha ne kadar yaşayacaktı ki, pöh gençmiş....
Erkendir geçtir, bilmediğimiz yıllar...Akrabalardan ölenler oldu, yaşlıydı hepsi 40'lı 50'li yaşlarda...
   Babaannemi 102 yaşında kaybettik. Genç kadındı, ölene kadar kına yaktı saçlarına, baş ağırısına iyi geliyormuş.... Öyle diyordu...
    Sonra korkmaya başladım ölümden...Çok haklıydım, ölmek , yok olmaya eş...Ölmek korkunç bir yok oluş...
Bir varmış, bir yokmuşcasına masalımsı bir yalan...
 Bir arkadaşımın annesi öldüğünde girip çıkıp anneme sarıldım öptüm..."Anne sen hiç ölme olur mu?" dedim..
"Olur" dedi gülerek...
Kandırmış beni....Öldü....Çok zor atlattım, atlattım mı bilmiyorum.. Evet atlattım, annemin gittiği yer iyi ve güzel bir yer olmalıydı, yoksa gitmezdi...
  Ölüm o kadar da korkutucu gelmiyordu bana artık...Ağabeyimi kaybettiğimde çok acı çektim. En kötüsü özlemek...Özlemek ciğer yakıcı bir duygu, iyi ki ilk hissettiğin andaki gibi kalmıyor.. Alışıyorsun ama yakmıyor  da eskisi gibi garip bir sızı ile birlikte öğreniyorsun yaşamayı...
 Ölüm öyle çok sokuldu ki hayatıma, ve öyle çok insanın ölüm haberini aldım ki...Ölüm anlamını yitirdi artık bende...
      Yaşamasına alıştığım, ölümün henüz ulaşamıyacağını düşündüğüm öyle çok değer kayıp gitti ki bir yıldız gibi gökyüzünden, kararan gökyüzü bile şaşırtmıyor beni artık...
Babamı kaybettim, o hep yaşamalıydı ve ben ona hep kızmalıydım için için...Artık kızmanın da bir hikmeti kalmamıştı...
Ölüm affettiriyordu öleni...Dünyadan masum bir boyuta geçer gibi....Dil dişin ağırayan yerine değmiyordu artık..
Sonra bir kardeşimi daha yitirdim, kuzenim Tezcan ,çocukluğumun tanığı, ilk arkadaşım sırdaşım...
 Çok sevdiğim hep var olacağına inandığım sanatçıları kaybetmeye başladım arka arkaya hiç durmadan...
Sonra bir baktım ki hepsi el birliği ile ölümü güzelleştirmişler...
Biri, ikisi, üçü, beşi onu....Siyahı beyazı kırmızısı mavisi yeşili moru, gökkuşağının binbir tonu....
   Bir şey biliyorlar ki öldüler...
Orası daha güzel ki gittiler....Bir şey biliyorlar ki bizi bıraktılar....YOKSA GİTMEZLERDİ...
ÖLÜMÜ BİLE GÜZELLEŞTİRDİLER...
                                                                #Serapsekmen...