Atalarımız “Sayılı günler tez geçermiş” diye boşuna söylememişler. Dünyadaki Eğitim-Öğretim sistemleri arasında artık sadece Türkiye’de uygulanan uzun yaz tatili; bizim öğretmen ve öğrencilerimize soracak olursanız, bir göz açıp kapayıncaya kadar, çabucak bitti. Geçtiğimiz hafta başında yani, 02 Eylül Pazartesi günü, okul öncesi ve ilköğretim birinci sınıf öğrencileri, uyum eğitimine başladılar. İlköğretimin 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8. Sınıflarında ve ortaöğretimin diğer basamaklarında öğrenim gören öğrenciler ise; 09 Eylül 2024 Pazartesi günü ders başı yaptılar. Sayıları bugün itibariyle 239’u bulan devlet ve vakıf üniversiteleri ise; kendi belirledikleri akademik takvimlerine göre, Eylül veya en geç Ekim ayı sonuna kadar 2024-2025 Eğitim-Öğretim yılı için kapılarını açmış ve eğitim-öğretimlerine başlamış olacaklar. Kısacası, okul öncesinden doktora sonrasına kadar her düzeydeki eğitim-öğretim kurumlarımız ve okullarımız, 3 veya 3,5 ay gibi eğitim-öğretim için bir hayli uzun sayılabilecek bir yaz tatilinden sonra kapılarını öğrencilerine açmış olacaklar. Açmış olacaklar açmasına ama bu açılış; öyle bizim geçmiş eğitim-öğretim geleneklerimizden bildiğimiz; öğretmenlerin okullarında öğrencilerini büyük bir özlem, sevgi ve heyecanla bekledikleri, öğrencilerin ayrı kaldıkları arkadaşlarına ve öğretmenlerine kavuşmanın büyük sevinç, coşku ve neşesiyle, adeta bir düğün yerine, bir bayram yerine çevirdikleri, öğrenci velilerinin ise çocuklarının sevinç ve coşkusuna tanık olmak suretiyle mutlu oldukları o eski renkli, eğlenceli ve neşeli okul açılışlarına hiç ama hiç benzemiyor. O, mutlu ve coşkulu açılışlar artık çok eskilerde kaldı. Çünkü bu eğitim-öğretim döneminde okullarımız kapılarını büyük sorunlarla, belirsizliklerle, kafalarda oluşan çok çeşitli soru işaretleriyle ve çok çeşitli dertlerle açıyorlar. Doğaldır ki, bizim eğitim düzenimiz öyle kendiliğinden bu hale gelmedi. Elbette ki bunun çok çeşitli nedenleri bulunuyor. Bizim mevcut eğitim sistemimizin çok çeşitli yapısal sorunları olduğu zaten öteden beri biliniyordu. Ve çeşitli düzlemlerde dile getiriliyordu. 2002 Yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Milli Eğitimde işler düzeleceğine daha da içinden çıkılmaz bir hale geldi. Bu dönemde Milli Eğitimin başına, Milli Eğitimle uzaktan yakından ilgisi olmayan, işletmeci, hukukçu gibi değişik uzmanlık alanlarından kişilerin getirilmesi, sık sık bakan değiştirilmesi, her gelen Bakanın Milli Eğitimde sil baştan kendi kadrolarını ve sistemini kurmak için işe koyulması, Milli Eğitimdeki ve eğitim yöneticisi seçimindeki liyakat sisteminin yerle bir edilmesi, eğitimin her düzeyde siyasallaştırılması, partizanca bir kadrolaşmaya gidilmesi, eğitimde özelleşmenin özendirilmesi ve yaygınlaştırılması, demokratik, laik, çağdaş ve bilimsel eğitimden uzaklaşılması, ortaöğretim kurumlarına ve üniversiteye giriş sınavlarında yıllar yılı soruların çalınması gibi durumlar nedeniyle öğrenciler arasındaki fırsat eşitliğinin yerle bir edilmesi, sınavlara ve bütün bir eğitim sistemine duyulan güvenin sarsılması, eğitimin test ve sınav odaklı pahalı bir eğitim haline getirilmesi, eğitime nitelik olarak değil nicelik olarak bakılması, öğrenci başarı düzeylerinin sürekli olarak düşmesi, öğretmenlik mesleğinin kariyer bir meslek olmaktan çıkartılarak düşük ücretli, sıradan, düz bir memuriyet haline getirilmesi gibi nedenlerle öğretmenlerin çok büyük oranda motivasyonlarını kaybetmeleri ve tükenmişlik sendromuna yakalanmaları, atanamayan öğretmenler sorununun tam bir toplumsal faciaya dönüşmesi, bu nedenle iyi yetişmiş genç öğretmenler arasında görülen intihar vakalarının artması ve 2024 yılında 526 bin 947'yi aşan sayıda öğretmen adayının öğretmenlik sınavları önünde yığılmasına rağmen öğretmenlik eğitimi veren kurumlarda hiçbir planlamaya gidilmemesi ve benzerleri gibi sayacağımız daha pek çok sorunlar ortaya çıktı. Öğretmen, öğrenci, veli gibi eğitimin olmazsa olmaz unsurları, eğitim gönüllüleri, çeşitli öğretmen sendikalarının yöneticileri, bazı uluslararası örgüt temsilcileri, eğitimle ilgili demokratik kitle örgütlerinin uzmanları, eğitim konusu üzerinde çalışan gazeteciler ve medya mensupları, demokrat, toplumcu ve halkçı aydınlar gibi çeşitli duyarlı toplum kesimleri, tam da eğitimde yaşanan bu yapısal sorunlarla baş edebilmek için çeşitli demokratik ve bilimsel yol ve yöntemlerle mücadele etmeye çalışırlarken; öğretmenler, öğretmen sendikaları ve çağdaş yaşama biçimini benimsemiş yurttaşlar tarafından büyük tepki çeken yeni Öğretmenlik Meslek Yasası yürürlüğe kondu ve eğitim sitemini daha da dinselleştiren, matematik gibi bilimsel eğitimin temeli olan dersleri zorunlu olmaktan çıkartan ve ders saatlerini azaltan yeni bir müfredat ilan edildi. Böyle bir müfredatın uygulamaya konulmasıyla birlikte; zaten uzunca bir süreden beri sürmekte olan eğitimin dinselleştirilmesi çabaları zirveye ulaştı. Bu müfredat toplumumuzu, karşı olanlar ve olmayanlar şeklinde adeta ikiye böldü. Bu yeni müfredat tartışmaları daha uzun yıllar boyunca tartışılacakmış gibi görünüyor. Eğitimin dinselleştirilmesine ilişkin hemen baştan bir saptama yapmamız gerekirse; şunun altını kalın çizgilerle iyice çizmemiz gerekir ki, “bilimsel ve laik eğitimin olduğu yerde: Din Eğitimi, Din eğitiminin olduğu yerde ise: bilim eğitimi olmaz. Bunların mutlaka birbirinden ayrılması gerekir. Çünkü, bilim ve dinin araştırma yöntem ve teknikleri ve gerçeğe ulaşma yolları birbirinden çok farklıdır. Din, metafizik yöntemleri kullanır ve bazı durumlarda doğa yasalarına aykırı gerçekler olduğunu da kabul eder. Oysa bilim ise, gerçeklere ulaşma yöntemi olarak, deneylerle kanıtlanmış bilgiyi, ölçülebilir olmayı, bilimsel akla uygun biçimde mantık yürütmeyi kabul eder. Ve gerçekleri doğa yasalarıyla açıklar. Bu nedenlerle, bir eğitim kurumunda öğrencilere verilen bilgiler içerisinde din ve bilimin bir arada olması pek fazla bir işe yaramadığı gibi öğrencilerin kafalarında kavram kargaşası oluşmasına bile neden olabilir. Zaten ülkemizde, çağdaş, bilimsel, demokratik ve laik eğitimden uzaklaşıldıkça, eğitimdeki geriye gidiş ve çöküşün daha da hızlandığı olgusu, somut olarak gözle görülür hale gelmiştir. 2024 LGS sınavlarında ortalama doğru soru çözme oranları tarihinin en dip noktasına düşmüştür. Siyasal iktidarın en iddialı olduğu din eğitiminde bile öğrenciler, sorulan 6 sorudan ancak birini çözebilmişlerdir. 2024 Yılı üniversite sınav sonuçları da bu başarısızlığın ve eğitimdeki geriye gidişin bir diğer tescili ve göstergesi olmuştur. Doğru soru çözme oranları her branşta düşmüştür. YKS’de birkaç doğru soru çözen öğrenciler bile, iki yıllık ve dört yıllık okullara kayıt yaptırabilme olanağına kavuşmuştur. OECD Ülkelerinde eğitim kalitesini ölçen PISA sınavlarında Türkiye çoğu zaman sonuncu olmaktadır. Bütün bu olgular eğitimde çok ciddi bir kalite sorununun yaşandığını somut olarak ortaya koymaktadır. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında artık bir Türk üniversitesi kalmamıştır. AKP İktidarından önce 83. Sırada yer alan ODTÜ, 2024 yılında 830. Sıraya gerilemiştir. Öteki üniversitelerin sıralamaları daha da gerilere gitmiştir. Bu veriler karşısında çağdaş, etkin, verimli ve sağlıklı bir eğitimden söz edebilmek akılcı ve gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bugün geldiğimiz noktada okullarımız açılıyor açılmasına ama okullarımızın dertleri de saymakla bitmiyor. Birincisi ve en önemlisi, devlet okullarının çok büyük bir çoğunluğu fiziki olarak eğitim-öğretime hazır hale getirilememiştir. Okulların çok büyük oranda fiziki olarak hazır hale getirilmesi görevi, eğitim yöneticilerine ve öğretmenlere bırakılmıştır. Devlet okullarında gerekli hijyen ve temizlik maddelerinin temini işi de öğrenci velilerinin yardım, destek ve himmetlerine bırakılmıştır. Sınıflardaki öğrenci sayılarında AB standartlarına bir türlü ulaşılamamıştır. Oysa sınıf mevcutları 20’ye düşürülse ortaya çıkabilecek öğretmen ihtiyacı atanamayan öğretmenlerden sağlanabilir, bu iyi yetişmiş öğretmenlere de istihdam olanağı ve ortamı yaratılabilirdi. Okulların sağlıklı ve nitelikli bir eğitim için yeterince hazır hale getirilmeden açılması; öğrenci, öğretmen ve velilerin bir kısmında tedirginliğe neden olmaktadır. İkinci olarak eğitim-öğretim çok pahalı hale gelmiştir. Bazı okullarımızda daha öğrencinin kaydı aşamasında velilerimizden bağış adı altında birtakım paralar toplanmaktadır. Yardımcı ders kitapları, ders araç ve gereçleri, kırtasiye malzemeleri ve öğrenci giysileri fiyatları ile öğrenci servis ücretleri de aşırı derecede pahalılaşmıştır. Öğrenci yurt ücretlerinin ve ev kiralarının yüksekliği, üniversitede öğrenci okutan aileleri bir hayli zorlamaktadır. 2023-2024 eğitim ve öğretim yılında 2 Milyon üniversite öğrencisi zorunlu masraflarını karşılayamaması nedeniyle okullarını bırakmak zorunda kalmıştır. Her düzedeki özel okul ücretleri ise en varsıl ailelerin bile bütçelerini zorlar hale gelmiştir. Ortaöğretimde örgün eğitim kurumlarında okuyan öğrenci sayıları hızla azalmakta ve uzaktan eğitim öğrenci sayıları ise hızla artmaktadır. Bu ve benzeri nedenlerle eğitimde çok ciddi bir kalite sorunu ortaya çıkmıştır. Zorunlu 8 yıllık ilköğretimden mezun olup ta okuma-yazma bilmeyen öğrenciler mevcuttur. Bu öğrencilerin %16,7’si dört işlem yapamamaktadır. İşte, sözün asıl bittiği yer burasıdır. Bu eğitim sistemi artık sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Üniversite mezunu gençler arsında çok büyük bir işsizlik sorunu yaşandığı görülmektedir. Bu nedenle her yaştan gençler arsında kapağı bir biçimde Avrupa ülkelerine atma düşüncesi çok yaygın hale gelmiş ve adeta bir kurtuluş yolu olarak görülmeye başlanmıştır. Böyle bir eğitim sisteminden yetişmiş gençlerin, yapay zekâ, robotik, nano-teknoloji, yazılım ve uzay bilimleri alanlarında çok iyi yetişmiş, yüksek donanımlı öteki dünya ülkelerinin gençleriyle rekabet edebilmeleri için en küçük bir şansları dahi yoktur. Böyle bir eğitim sistemi, kimseye fayda sağlayamadığı gibi büyük bir kaynak israfına da neden olmaktadır. Artık eğitim sisteminde köklü ve kapsamlı, yapısal bir reformun yapılması ihtiyacı her geçen gün ve eğitim-öğretimin her aşamasında iyiden iyiye kendisini hissettirir hale gelmiştir. Yaşanan tüm bu olumsuzluk ve zorluklara rağmen 2024-2025 Eğitim-Öğretim Yılının tüm ulusumuza hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, öğretmen ve öğrencilerimize sağlıklı, başarılı ve mutlu bir Eğitim-Öğretim dönemi diliyorum.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL