Kamusal alan tartışmaları,1990’lı yıllarda gerek akademi, gerekse siyaset çevrelerinde oldukça ilgi çekiciydi. Kamusal alan ile ilgili felsefi tasarımlar ana hatlarıyla üç kısımda belirginleşmektedir. İlki Hannah Arendt’ın tarif ettiği “agonostik” ve “birleşimsel” model, ikincisi liberal kamu alanı modeli, üçüncüsü Habermas’ın oluşturduğu “iletişimsel kamu alanı” modelidir.(1)
Dijital bilgi ve medyanın kamusal alanı oluşturma etkisine yoğunlaşan Habermas’ın Kamusallığın Yapısal Dönüşümü ve Kamusallığın Yeni Bir Yapısal Dönüşümü ve Müzakereci Demokrasi adlı eserlerin yayınlanmasıyla bu alandaki tartışmalar son yıllarda öne çıktı. Biz de bugünkü tartışmaya Habermas’ın ‘’iletişimsel kamu alanı’’ modeli perspektifinden katılacağız. Zira, Habermas’ın 1962’de yayımlanan Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü: Burjuva Toplumunun Bir Kategorisi Üzerine adlı eseri literatürde “kamusal alan” üzerine yazılmış en önemli çalışmadır.
“Kamusal alan” bir hukuk terimi değildir. Hukuk terminolojisinde “kamu hukuku”, “kamu hizmeti”, “kamu görevlisi” gibi terimler vardır, ama “kamusal alan” diye bir terim yoktur. Kaldı ki, hukukun bu yerleşik terimleri bile hukukî kesinlikten yoksundur. “Kamusal alan” bunlardan da problemlidir. “'Kamusal alan” aslında siyaset felsefesinin bir terimi ve güncel tartışma konularından birisidir. (2)
Habermas, kamusallığı modern toplumların işlevsel olarak ayrımlaşmış yapısı içerisinde sivil toplum ile politik sistem arasındaki bir mekâna yerleştiriyor. Böylece, toplumsal entegrasyona olan işlevsel katkısı bakımından ve özellikle de yurttaşların politik entegrasyonu bakımından ele alınması mümkündür.
Habermas,ilk çalışması olan Kamusallığın Yapısal Dönüşümü eserinden sonra tartışmaya yeni bir metinle,yani kamusallığın demokratik topluluğun bekasına güvence teşkil etme işlevinden hareket eder.Habermas,2022 yılında yayınlanan Kamusallığın Yeni Bir Yapısal Dönüşümü ve Müzakereci Demokrasi adlı çalışmasında bir anlamda kamusal iradenin oluşumunda iktidar-birey ilişkisi üzerine yoğunlaşır.Ben de, çalışmanın bundan sonraki bölümünde totaliter rejimlerin popülarizm etkisiyle tekrar dünya gündemine hızla girdiği günümüzde Habermas’ın ‘’müzakereci demokrasi’’ kavramı üzerinde duracağım.
Habermas’a göre “kamu” akıl yürütenler ya da rasyonel müzakereciler topluluğudur. Bu tanıma göre ‘’kamusal alan’’ bir den fazla etkileşimin olduğu, başka bir ifadeyle, iktidar ile birey arasında kanaat oluşturma iradesinin oluştuğu bir mekândır, denilebilir. Kamusal alanı daha tanıdık şekilde “siyasetin alanı” olarak da görmek mümkündür. Ancak buradaki siyasetten kasıt geniş anlamıyla ve öznesi tüm yurttaşlar olan ve etkisi bütün kamu meselelerini ilgilendiren siyasettir (Erdoğan, 2000: 36). Habermas, daha sonra ‘’politik kamusallık’’ olarak açımladığı bu alandaki etkileşim araçlarına dikkat çeker. Dijitalleşmiş iletişiminin ilerlemesi, yeni medyaların ortaya çıkması, internetin yaygınlaşması, radyo ve televizyon yayınlarının faklı platformlarla kitlelere ulaşması politik kamusallığın ve temsili iradesinin oluşmasında önemli bir rekabeti de beraberinde getirdi. Habermas’ın ifadesiyle burada öne çıkan olgu, anayasal devletlerde ‘’müzakereci demokrasi’’ kültürünün düzeyini sorgulamaktır. Başka bir deyimle, acaba iktidar kanaat oluşumunun demokratik sürecini nasıl etkilemektedir? Özgür müzakere ortamı nasıl sağlana bilir?
Bu konuda Habermas kapsamlı bir tahlil yapar; demokratik sürece, müzakere ve bütün vatandaşların dâhil edilmesi, yaklaşık olarak bile ancak devlet kurumları zemininde, yani her şeyden önce parlamenter yasamanın temsili organları zemininde gerçekleştirilebilir. Kamusal alandaki iletişimin demokratik sürecin bütününe verebileceği esaslı ama sınırlı katkının açıklamasını burada buluruz. Sağladığı katkı esaslıdır, çünkü bütün yetişkin ve seçme hakkına sahip vatandaşların bütün mensuplarıyla kapsayan, ilkesel olarak içerici bir politika kanaat ve irade oluşumunun yegâne mekânını temsil eder. Ayrıca vatandaşların beraberce, fakat bireyler olarak ve oy verme kabininin tecridi için yani ‘’kendi istekleriyle’’ karar almalarını teşvik eder. Bu seçim tercihleri, parlamentoların parti siyasetiyle ilgili bileşimi üzerinden, doğrudan veya dolaylı olarak hükümeti de belirlemeleri bakımından bütün vatandaşları bağlayan bir sonuçtur. (3)
Habermas’ın dikkat çektiği asıl mesele, kitlesel medyanın yön verdiği kanaat oluşturma faaliyeti son tahlilde yurttaşlar topluluğu içinde kamusal çoğunluk üretmektedir. İşte 21.yüzyılda postmodern siyasetin asıl işlevi burada kavramsallaştırılmaktadır. Başka bir ifadeyle, politik kamusallığı belirleyen güç kitlesel medyayı elinde bulunduran iktidar aygıtıdır.
Vatandaşın kanaat ve irade oluşumu Habermas’a göre ancak ‘’müzakereci demokrasi’’ ile mümkündür. Habermas şöyle der; seçmenlerin kanaat ve irade oluşumunun müzakereci karakteri, politik kamusallık zeminde, erişilemeyecek olan bir mutabakat hedefiyle değil, katkıların söylemsel niteliğiyle ölçülür. Katılımcıların hakikate yönelmiş olması, rekabet eden kamusal kanaatleri doğuracak ucu açık bir kanaatler münakaşasını canlandırmalıdır. Kamusal düzlemdeki bu daimi itiraz dinamiği partilerarası rekabete de ve hükümet-muhalefet karşıtlığına, keza uzmanların görüş ayrılığına da damgasını vurur; böylelikle seferber edilen argüman bütçesi, politik sistemin ilgili zeminlerinde sürece uygun biçimde verilecek olan bağlayıcı kararlara bilgi aktarımı sağlar. (4)
Habermas, kamusal iradenin oluşumunu modern demokrasinin olmazsa olmaz koşulu sayar. Modern demokrasiyi antik çağdaki öncüllerinden ayıran, devletin modern hukukun araçlarıyla düzenlenmiş, vatandaşlarını eşit sübjekti haklarla donatan bir kamusal topluluk oluşturmasıdır tanımı, aynı zamanda müzakereci demokrasinin diğer sac ağayı olan hukuka bir göndermedir. Müzakereci demokrasi ancak evrensel hukuk normlarının olduğu bir habitusta nefes alabilir.
Buradan artık son yıllarda dünya gündeminde olan ve özellikle ABD seçimlerinde ikinci defa başkan olan ‘’Trump kişiliği’’ referans alınarak, popülist saiklerle iktidara gelen ve otoriter rejimlere dönüşen ‘’yeni dünya sorunu’’na gelebiliriz. Çünkü Trumpizm olarak adlandırabileceğimiz yeni de facto durumda rejim lider merkezlidir ve ‘’müzakereci demokrasi’’ artık yavaş yavaş terk edilmektedir. Habermas’ın tanımladığı biçimiyle kamusal alanda yurttaşın kanaat ve irade oluşumu bundan böyle otoriter liderin kitlesel medya desteğiyle oluşmaktadır. Türkiye örneğinde de görüleceği gibi bu tür rejimlerde anayasal marifetle seçim yapmak zora girmektedir. Bu rejimlerin sürdürülebilirliği, ardı ardına oluşturulan iktidar merkezli kaotik planların başarılı olma şansına bağlıdır.
(1). Benhabip, 1995: 238-258; akt: Ünüvar, 1998: 194).
(2).Yayla.2007
(3). (Kamusallığın Yeni Bir Yapısal Dönüşümü ve Müzakereci Demokrasi İletişim Y.S.20)
(4). (Kamusallığın Yeni Bir Yapısal Dönüşümü ve Müzakereci Demokrasi İletişim Y.S.22)