Dünyanın Zenginliği Ve Öbür Dünyanın Vaatleri: İKİYÜZLÜLÜĞÜN SOSYO- EKONOMİK BOYUTU

Bu yazı, zenginlerin halkı kandırarak var olan adaletsizlikleri meşrulaştırma girişimlerini eleştiren bir bakış açısını sunmaktadır.

Tarih boyunca, toplumlar arasında varlık ve zenginlik dağılımı hep dengesiz olmuştur. Ancak bu dengesizlik, modern çağda daha da belirgin hale gelmiştir. Bir yanda lüks içinde yüzen bir avuç insan, diğer yanda ise hayatta kalma mücadelesi veren milyonlarca yoksul… Bu uçurum, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda bir ahlaki ve sosyo-kültürel meseledir. Özellikle de bu zenginliğin sahipleri, kendi çıkarlarını korurken, yoksul halkı "öbür dünyanın nimetleri" ile oyalama yolunu seçerek İkiyüzlülüğün alasını yapmaktadırlar.

Zenginlerin, kendileri için dünya nimetlerini toplarken, yoksulları öbür dünyaya yönlendirme stratejisi, din ve maneviyatın kötüye kullanılmasıyla ortaya çıkar. Tarih boyunca birçok otorite, halkı kontrol altında tutmak ve statükoyu sürdürmek için dini öğretileri manipüle etmiştir.

Birçok inanç ve felsefi sistem, maddi hayatın ötesinde bir yaşam ve ahiret hayatı vaadinde bulunur. Bu vaatler, bireylerin maddi hayatta karşılaştıkları zorluklara ve haksızlıklara karşı bir tür teselli işlevi görebilir. Ancak, bu durum aynı zamanda bireyleri mevcut sorunlar karşısında pasif hale getirebilir.

 

“Bu dünya fani, önemli olan ahiret” söylemi, yoksul halkı mevcut adaletsizlikleri kabullenmeye itmiştir. Bu tür söylemler, yoksulluğun bir kader ya da sınav olarak görülmesine yol açarak, var olan sosyo-ekonomik yapının sorgulanmasını engellemiştir.

Modern kapitalist sistemde, zenginliğin birikimi genellikle emek sömürüsüne dayanır. Üretim araçlarının kontrolü, azınlığın elindeyken, geniş kitleler bu sistem içinde ucuz iş gücü olarak kullanılır. Ancak bu sömürü, sadece ekonomik bir mesele değildir. Aynı zamanda, bu sömürüyü meşrulaştırmak için ideolojik araçlar devreye sokulur. Din, gelenekler ve hatta bazen milliyetçilik gibi ideolojiler, halkın bu adaletsizlikleri sorgulamasını engellemek için kullanılır.

Bu bağlamda, zenginlerin yoksullara öbür dünyanın nimetlerini vaat ederek onları teselli etmesi, sömürünün ve eşitsizliğin devam etmesine katkıda bulunur. Çünkü yoksul halk, mevcut durumun geçici olduğunu, asıl ödülün ölümden sonra geleceğini düşünerek bu dünyadaki adaletsizliklere boyun eğer.

Bu döngüyü kırmanın yolu, toplumsal bilincin artması ve yoksulların haklarını savunma mücadelesi vermesidir. İnsanlar, dünyadaki adaletsizliklere karşı seslerini yükseltmeli ve bu sömürü düzenine karşı birlikte hareket etmelidir. Zenginliğin adil bir şekilde paylaşılmasını talep etmek, sadece ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki bir gerekliliktir.

İnsanların öbür dünya vaatleriyle avutulmadan önce, bu dünyadaki haklarına sahip çıkmaları gerekir. Eşitsizliklere, adaletsizliklere karşı mücadele etmek, en yüce değerlerden biridir.

 

Dünyanın zenginliği ile öbür dünyanın vaatleri arasındaki ilişki, toplumsal yapıların ve bireylerin davranışlarının şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Sosyo-ekonomik adalet, bireysel ve toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesiyle sağlanabilir. Bu durum, daha adil ve sürdürülebilir bir toplum oluşturmak için kritik öneme sahiptir.

 

Latin Amerika’da direnişçi bir papaza işkence yapan polisler, “Ateist komünistlerle ne işin var?” demişler. Papaz “İnsanlar ateistler ve inananlar diye ikiye ayrılmaz, insanlar ezenler ve ezilenler diye ikiye ayrılır,” demiş. İşkenceciler “Ama onlar dinin afyon olduğunu söylüyor” diye karşılık vermiş. Papaz net bir şekilde itiraz etmiş: “Bu dünyanın zenginliğini kendilerine alıp, yoksullara ise öbür dünyanın nimetlerini bırakan zenginler dini afyon olarak kullanan gerçek kişilerdir.”

Meselenin özeti budur.

 

Yusuf Ziya AK