“Doğrusunu söylemek gerekirse, dünyada, mevcut toplumsal düzene düşman olanlar ile fiilen bu tavırdan yola çıkarak hareket edenler dışında hiç kimsenin benim kitabıma ilgi duyacağına inanmıyorum”
Guy Ernest Debord
18. yüzyılda Avrupa’da Aydınlanmanın sonucu olarak ortaya çıkan modernizmin asıl özelliği din ile geleneği reddedip, ilerlemeyi bilim ve teknoloji ile yapmasıdır. Modernizm ile birlikte kentsel, sosyal ve kültürel alanlarda baş döndürücü dönüşümler yaşanmış sanayileşmenin ardında gelen dijital ve enformasyon alanlarındaki gelişmeler, dünyayı küçültmüş, bilgiye ulaşma, saniyeler içinde gerçekleme imkânı olmuştu. Özetle, burjuvazi insanlığa bir yeryüzü cenneti yaratmıştı.
Ancak, modernizemin insanlığa sunduğu konforun ardından yaşattığı derin acıların faturasını iki trajik savaşla ödetmiş bir pratik var.
Gerçekten de ilk defa insanlığın üçte ikisinin aç kalmasının nedeni bilim ve teknolojinin insanlığın üzerine doğrulttuğu namlular değil miydi? Avrupa’yı vahşi gergedan haline getiren ve Üçüncü Dünya’yı kurtların önüne atan bilim değil miydi?
Ali Şeriati ‘’Dinler Tarihi’’ adlı yapıtında; faşizmi meydana getiren ilim idi ve ilim, iki savaşı insanlığa zorla yükledi der.
İki dünya savaşı sonunda yaşanan ağır trajedi Aydınlanma düşüncesinin eleştirisine yol açtı. Aklın ve bilimin mekanik bir aygıta dönüştüğü ileri sürüldü. Aydınlanmanın çoğulculuğu ortadan kaldıran tek tip bir özneye (ulus devlet) yol açtığı eleştirisi genel bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Başta Alman Frankfurt Okulu temsilcilerden Adorno olmak üzere birçok sosyal ve siyaset bilimci, rasyonalitenin salt dinleri yıkmakla kalmadığını, kendisinin de mite ve otoriteye dönüştüğü düşüncesinde birleştiler.
Modern çağda burjuvazinin mitleştirdiği öznenin tüketim çılgınlığı da bu anlamda üstünde durulması gereken önemli bir realitedir.
Ali Şeriati’nin ‘’burjuva cenneti’’ olarak tanımladığı modern çağın tüketim patolojisi kendine özgü bir tüketim felsefesi yarattı. Hegel,’’hayatın refahı ve maddi tüketim’’ felsefesi, dinin şiarı olan ‘’Hakikatin bilgisine erişmek için yaşayalım’’ yerine ‘’İyi yaşamak için hakikatler tanıyalım’’ sloganı getirmişti. ’Yaşamak için tüketim’ ’tüketim için yaşamak’’ oldu. Hanry Ford 1914 yılında Motor Woeks’de bir Sosyoloji Bölümü kurarak işçilere tüketim kültürünü öğretmeyi amaçlamıştı.
Bu tüketim cennetinde, gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki farkı ortadan kaldıran yeni bir kültür oluştu. Lüks tüketim malları almak adeta bireyin toplum içindeki prestij ve statüsünü belirliyor. Moda rüzgârı birey üzerinde ‘’marka bağımlılığı’’ oluşturur ve insanlar toplumdaki kimliklerini tükettikleriyle göstermeye çalışır. İnternet arama motorları ve sosyal medya platformlarında kişinin taleplerini hafıza merkezlerine kaydedip ona uygun algoritmalar geliştiren yapay zekâ robotları da bu ‘’tüketim cennetinin’’ son neferleridir.
Baudrillard’a göre tüketim toplumunda birey için özgürlüğün anlamı tüketmektir ve kapitalist sistem imaj, reklam, akım, TV gibi öğeler sayesinde simgenin yönlendirdiği bir sosyalleşme oluşumu oluşturmaktadır.
Burjuvazinin ‘’yeryüzünde daha iyi yaşamak’’ sloganı, burjuvazinin tüketim cennetini icat etme sloganıdır. Neredeyse her hafta bireyin duygu istismarı üzerine kurulan, anne, baba, genç kız gibi ‘’önemli günler’’ adıyla kutlanan günler, kapitalizmin daralan piyasa ekonomisini canlandırma taktikleridir. Kapitalist piyasa, özel eğitimlerle yetiştirilen ‘’satış uzmanı’’ ordusuyla, sosyal ve görsel medya araçlarıyla sürdürdüğü ‘’satış taarruzu’ ’nu ’satış hayattır’ sloganı ile mitleştirerek bireyi sadece ‘’tüketim öznesi’’ olarak görür. Ünlü edebiyat eleştirmeni Roland Barthes ise bu konuda şu önemli tesbiti yapar;kitle kültürünün yeni toplumsal şekillenimi,yeni tüketim toplumunun ihtiyaç duyduğu propagandayı sağlayan ‘’mitolojiler yoluyla doğallaştırma ve idealleştirmeye çalışır.
Üretilen metaları tüketen kitlelere ihtiyaç var. Üretim bandının bir dakika bile durması kapitalist sermaye için büyük zararlar demektir. Bu nedenle tüketimin ulus aşırı boyuttan çıkıp uluslararası boyuta devasa bir rekabete dönüştüğünü görüyoruz. Ulus ve yerel toplumların geleneksel yaşam ve tüketim alışkanlıklarını dikkate alan modern alışveriş merkezleri artık yaşadığımız mekânlarla iç içe.
‘’Doğrusunu söylemek gerekirse, dünyada, mevcut toplumsal düzene düşman olanlar ile fiilen bu tavırdan yola çıkarak hareket edenler dışında hiç kimsenin benim kitabıma ilgi duyacağına inanmıyorum’’ diyen Guy Ernest Debord ise ünlü eseri Gösteri Toplumu’nda tüketim toplumunu farklı bir paradigmadan inceler.
Debort’un Gösteri Toplumu’nda, modern dünyada üretim koşullarının egemen olduğu toplumların bütün yaşamı bir ‘’gösteri birikimi’ den ibarettir. Her şeyin birer gösteri aparatı haline gelen ‘’tüketim cenneti’’nde kişilik, statü ve imaj haline gelmiştir.
Debord’a göre gösteri; metanın toplumu işgal etmesidir. Dünyada gördüğünüz her şey metadır. Gördüğünüz dünya aslında metanın dünyasıdır. Özne üzerinde sürekli yeni anlamlar üretilirken, bu anlamlar ile arzunun doğurduğu imajlar ile bireyin tatmin sınırları geniş tutulmaya çalışılır.
Slogan artık belli olmuştur; Moda olanı takip et,trend olana yönel.