Atalarımız “sayılı günler tez geçer” diye ne de güzel söylemişler. İşte, içinde yaşadığımız şu son seçim sürecinde, bu sözün ne kadar haklı ve doğru olduğuna bir kez daha tanık olduk. YSK tarafından aylar öncesinden ilan edilmiş olan yerel seçim takviminin yaprakları, neredeyse “bir göz açıp kapayıncaya kadar” geçen kısa bir sürede,
Atalarımız “sayılı günler tez geçer” diye ne de güzel söylemişler. İşte, içinde yaşadığımız şu son seçim sürecinde, bu sözün ne kadar haklı ve doğru olduğuna bir kez daha tanık olduk. YSK tarafından aylar öncesinden ilan edilmiş olan yerel seçim takviminin yaprakları, neredeyse “bir göz açıp kapayıncaya kadar” geçen kısa bir sürede, büyük bir hızla tükendi. Şunun şurasında seçim sandıklarının kurulması için sadece birkaç günümüz kaldı. Siyasi liderlerimiz ve özellikle de belediye başkan adaylarımız, seçim maratonunda içine girilen şu son düzlükte rakiplerinden geride kalmamak ve yarışı önde tamamlamak için adeta canlarını dişlerine takmışlar, deyim yerindeyse insanüstü bir gayretle son kozlarını oynamaya ve son strateji ve taktiklerini hayata geçirmeye çalışıyorlar. Tabii bizler de toplum olarak, neresinden bakarsanız bakınız geçmiş seçimlerden çok farklı, bugüne kadar görmediğimiz, işitmediğimiz ve hatta tahayyül dahi edemediğimiz özellikleriyle ön plana çıkan ilginç bir seçim sürecinden geçiyoruz. Adeta yakın ve güncel siyasi tarihimizin tanığı oluyoruz. Bizim siyaset bilimcilerimizin ve siyasi tarihçilerimizin, ilginç özellikleriyle öne çıkan seçimleri çeşitli yönleriyle tanımlama ve kısaca adlandırarak yorumlama gibi özgün bir yaklaşımları vardır. Türkiye, Tarihsel kökenleri çok eskilere dayanan çok zengin genel ve yerel seçim deneyimlerine sahip bir ülkedir. Bizde ilk genel seçimler 1877 Yılında yapılmıştır. O tarihten bu yana yapılan bazı genel ve yerel seçimlere bakıldığında; bu seçimlerin, yapıldıkları dönmelerde yaşanan bazı olaylara göre adlandırıldıklarına tanık oluyoruz. Örneğin 1912 Yılında yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki Partisi militanları, sokakları ve sandık başlarını tutmuş, bazı yerlerde oy kullanmaya gelen seçmenlere hazır olarak basılmış oy pusulalarını vererek sandığa atmalarını istemişler ve itiraz edenleri ise sopalarla dövmüşlerdir. Yine bazı seçim bölgelerinde adayların sandığa yaklaşmaları ve oy sayımına katılmaları engellenmiştir. Tabii bu gibi durumlar sırasında hep çeşitli kavgalar çıkmıştır. Hatta o kadar ki, dönemin mebus (milletvekili) adaylarından Rıza Tevfik Bey (Feylesof Rıza) anılarında, İttihatçı militanlar tarafından hastanelik edilinceye kadar dövüldüğünü, gittiği hastane masraflarının ise kendisine çok pahalıya mal olduğunu yazmaktadır. Bu özellikleri nedeniyle 1912 Yılında yapılan seçimlere siyasi tarihimizde “Sopalı Seçimler” adı verilmiştir. Yine, II. Dünya savaşından sonra dünyada esen liberalleşme ve demokrasi rüzgarlarının etkisi altında kalan dönemin CHP’li tek parti yönetimince; alt yapısız ve hazırlıksız olarak parlamenter demokrasiye geçiş kararı alınmış ve bunun için de 1946 yılında birdenbire erken seçimlere gidilmiştir. 21 Temmuz 1946 tarihinde, Cumhuriyet döneminde Türkiye’de ilk kez çok partili olarak yapılan genel seçimlere Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Demokrat Parti (DP) ve kimi seçim çevrelerinde ise bazı bağımsız adaylar katılmıştır. Ne var ki yapılan bu seçimlerde; dünya demokrasi tarihinde ilk ve son kez olarak "Açık oy, gizli sayım" gibi ucube bir seçim ilkesi uygulanmıştır. Yani, seçmen vatandaşlar hangi partiye oy vereceklerini jandarmanın ve sandık heyetinin gözleri önünde belirlemek zorunda bırakılmıştır. Bu durumda, iktidara rakip ve muhalif olan parti ve adayları tercih etmek son derece tehlikeli bir hal almıştır. Ayrıca, seçime katılan partilerin ve bağımsızların oy oranları da bir türlü açıklanmamıştır. Bu nedenle, seçimlerden sonra, siyasi partiler ve bazı toplum kesimleri arasında seçim sonuçlarına ilişkin yapılan sert tartışmalar hiç bitmemiştir. Bu şekilde gerçekleştirilen bu seçimler de siyasi tarihimize “Ayıplı Seçimler” olarak geçmiştir. Yine aynı şekilde, 1973 yılında yapılan seçimlerde bazı seçmenlerin mükerrer oy kullanmalarının önüne geçmek için Hindistan’dan parmağa sürülen ve sürüldükten sonra birkaç gün içerisinde elden çıkmayan boya getirtilmiş ve seçmenler oy kullandıktan sonra parmaklarına bu boya sürülmüştür. Bu özelliği nedeniyle 1973 seçimleri, bazı gazeteciler ve siyaset bilimciler tarafından “boyalı seçimler” şeklinde nitelendirilmiştir. Şimdiye kadar ortaya çıkan özelliklerine bakıldığında 31 Mart seçimlerinin de bazı siyaset bilimciler tarafından çeşitli biçimlerde yorumlanacağını ve adlandırılacağını tahmin etmemiz zor olamayacaktır. Birincisi içinde yaşadığımız bu seçim ortamı, postmodernizmin tüm özelliklerini taşımaktadır. Bilindiği gibi post-modern sözcüğü Türkçede “modern ötesi” veya “modern sonrası” anlamlarına gelmektedir. Postmodernizm ise bazı sosyal ve siyasal biliciler tarafından kısaca, çağdaş olanın, yani modernizmin eleştirisi olarak kabul edilmektedir. Post-modern siyaset felsefesi çok geniş bir konudur. Bu yaklaşımı savunan bazı düşünürlere ve siyaset adamlarına göre, ideolojiler ortadan kalkmış ve tarihin
sonuna gelinmiştir. Siyasal partilerin birbirinden herhangi bir farkı kalmamıştır. Siyasetçi niteliğini kaybetmiş ve sıradanlaşmıştır. Siyasetçinin niteliği değil parasal gücü önem kazanmıştır. Post-modern anlayış her şeyin sanallaştığı ve siyasetin “Mış” gibi yapıldığı anlayıştır. Bu anlayışta ulus ve siyasal parti aidiyetleri zayıflamış ya da ortadan kalkmıştır. Yasalar ve kurallar yaptırım güçlerini yitirmişlerdir. Ahlaki değerler, etik ilkeler, hak, hukuk ve adalet kavramları olabildiğince zayıflatılmıştır. Ve neredeyse tedavülden kalkmış değerler haline getirilmiştir. Savunduğu fikirlerde tutarlı, doğru ve erdemli olmak anlamını yitirmiştir. Doğruları değil, büyük büyük yalanları söylemek olağan hale gelmiştir. Aslolan, her gün değişen koşullara göre yeniden şekil almak, kendi çıkarları için anında şekilden şekile girebilmektir. Post-modern yaklaşımda her şeyin belirleyicisi ekonomik ve siyasal güç veya iktidar gücüdür. Post-modern yaklaşım aklı değil, akıl dışılığı ön plana alır. Halkların afyonu ve sömürü düzeninin devamının etkili bir aracıdır. Bu nedenle günümüzde, post-modern yönetim, post-modern siyaset, post-modern ekonomi, post-modern darbe, post-modern savaş ve post-modern seçim gibi çeşitli kavramlardan sıklıkla söz edildiği görülmektedir. 31 Mart seçimlerini tanımlamak amacıyla başlığımızda yer alan ikinci terim olan asimetri sözcüğüne gelince: Bilindiği gibi bir geometri terimi olarak simetri; bir doğrunun eksen olarak alınmasıyla başlayan ve bir başka doğru parçasıyla eşit uzaklık gösteren parçalara verilen bir isim olarak tanımlanmaktadır. Simetrinin bir başka tanımı ise, biyolojik özellikler üzerinden yapılmaktadır. Buna göre simetri; vücutta yer alan organların, eklem yapılarının ya da bölüm çizgilerinin, herhangi bir düzlem karşısındaki benzerliği olarak ifade edilmektedir. Simetrinin karşıtı bir sözcük olarak asimetri sözcüğü ise, TDK sözlüğünde; bir yapının simetrisinin bozulması veya simetri durumuna uygun olmaması hali olarak ifade edilmekte ve simetrik olmayan anlamında kullanılmaktadır. Günümüzde daha çok, hepsi de birbirinden çok farklı ve çok geniş kavramlar olan asimetrik savaş, asimetrik iletişim, asimetrik medya, asimetrik bilgi, asimetrik ekonomimi, asimetrik siyaset, asimetrik yönetim ve asimetrik güç gibi kavramlar ve bilimsel alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kısaca tanımlamak gerekirse güç asimetrisi; birbiriyle rekabet halindeki tarafların birbirleri karşısındaki güç farklılıkları ve dengesizlikleri olarak tanımlanabilir. Yani kısaca belirtmek gerekirse bir tarafın güçlü diğer tarafın ise güçsüz olması halidir. Yaşadığımız şu son seçim sürecinde Cumhur ittifakı partileri, bugüne kadar hiç görülmemiş bir biçimde devlet olanaklarını kendi seçim kampanyalarında kullanabilmektedirler. Cumhur ittifakı partileri, medyanın %75’ini kontrol edebilmektedir. İstanbul seçimlerinde bakanlar bile Cumhur ittifakı adayına oy toplayabilmek için kapı kapı dolaşarak seçim kampanyası sürdürebilmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın sosyal yardımları oy toplama aracı olarak kullanılabilmektedir. Bu durumda aynı seçimde yarışacak olan Cumhur İttifakı Partileri ile muhalefete mensup partiler arsında büyük bir güç farkı ortaya çıkmaktadır. Oysa seçim kanunlarımızdaki temel prensip seçme ve seçilme özgürlüğü ve eşitliği esasına dayanmaktadır. Mevcut durumda bu eşitlik bozulduğu gibi taraflar arsında büyük bir güç dengesizliği de oluşmuştur. Bu gibi ve benzeri özellikleri nedeniyle, 31 Mart seçimleri neredeyse “asimetrik post-modern seçimler” ya da “asimetrik seçimler” kavramlarını çağrıştırmaktadır. Elbette ki bu seçimleri daha başka şekilde nitelendirenler, daha başka isimler verenler ve daha başka başlıklar altında inceleyerek analiz edecek olanlar da mutlaka çıkacaktır. Sonuçta: 31 Mart Pazar günü, seçim kampanyası boyunca konuşan siyasetçiler susacak ve son sözü sandığa atacağı oylarıyla seçmenler söyleyeceklerdir. Sandıklar açıldığında “takke düşecek ve kel görünecektir.” Şu veya bu şekilde ulus ya da halk iradesi dediğimiz irade ortaya çıkacaktır. Bu irade şimdilik kesin değildir. Ancak kesin olan bir husus vardır ki, o da seçimlerden sonraki siyasetin gidişatını, yapılış biçimini, yönünü, şiddetini ve alacağı biçimi bu seçim sonuçlarının belirleyeceği gerçeğidir.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL