"..Sorgulamadan anlamlandırma olmaz, yarın için ders çıkmaz. Geçmişte iz bırakmış tarihi kişilikleri..."

Geleceğe geçmiş içinden bakmak önemlidir. İnsan, annesi babasını suçlamayı bırakmadan huzur bulamaz. Toplumlarda da bu böyledir, geçmişleriyle ile barışmayanlar geleceği kuramazlar. Geçmişten gelen yolculuğun kendine özgü ritmini kavramak, bugün ile ilişkisini kurmak bu yüzden önemlidir. 

Elbette bu, geçmişte olan bitene methiye düzmek anlamına gelmez. Sorgulamadan anlamlandırma olmaz, yarın için ders çıkmaz. Geçmişte iz bırakmış tarihi kişilikleri göklere çıkarmak kadar yerin dibine batırmak da ergen davranışıdır. Olgunluğa, geçmiş ile gelecek arasında önyargısız bağ kurmakla erişilir. 

Tarih Bilincine sahip olmak gerekir.

“Ne varsa Osmanlıda var” kadar “Ne varsa Cumhuriyet ile geldi” de sakattır, önyargı içerir, ideolojik saikle yüklüdür. Bu, kültürü zenginleştirmez sığlaştırır, toplumun önünü görmesini sağlayacak düşünsel-moral dayanaklara sahip olmayı zorlaştırır, sakatlar. Kırılmalar olsa da, tarihi, bütünsellik içinde algılamak önemlidir. 

Esas olan geçmişten gelen ayak bağlarının farkında olmak, bunların üstesinden gelme iradesine sahip olmaktır. Geçmişi anlamadan bunu yapamazsınız.

Çalışma alanım (eğitim tarihi) içinde kalarak söyleyeyim: Osmanlı Modernleşmesi içinde (II. Mahmut, II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet dönemlerinde) eğitim alanında atılan adımları tarihsel bağlamı içinde ele almadan Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan eğitim seferberliği anlaşılamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılanların hazırlıkları, II. Meşrutiyet yıllarında atılmıştır. Bu da doğal bir şey. Bunun böyle olması Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılanların önemini de azaltmaz.

Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan bazı önemli adımların, gelin tarih içindeki izlerini sürelim.

TEVHİD-i TEDRİSAT (kabul tarihi 3 Mart 1924): 1915 yılında çıkarılan Mekâtip-i Hususiye Talimatnamesi ile yabancı okulların denetim altına alınması ile önemli bir adım atılmıştır. Ziya Gökalp 15 Eylül 1916’da “İttihat ve Terakki Cemiyeti” kongresine sunduğu raporda, Türkiye’de üç farklı okullaşama olduğunu (mektep, medrese ve yabancı okullar), bu okulların çok farklı programlar takip ettiklerini, kozmopolit” yapıları nedeniyle “terbiye ettikleri kişilerin ahlak ve seciyelerini” bozduklarını belirtmiştir. 1917 ‘de Şeriat mahkemeleri Şeyhülislâmlığın elinden alınarak Adalet Bakanlığı’na bağlanmış, Efkaf Nezaretine bağlı okullar ise Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.

MİLLİ EĞİTİM ŞURALARI: Heyet-i İlmiye’ler, 1939 dan sonra da Milli Eğitim Şuraları Cumhuriyet yıllarında (AKP dönemine kadar) eğitim politikalarını belirleyen danışma organı işlevi gördüler. 1910’dan itibaren her yıl Maarif Nezareti tarafından belirlenecek 10 İl maarif müdürü, 5 Sultani ve idadi müdürü, 5 öğretmen okulu müdürü, 5 özel okul müdürü ve dışarıdan belirlenecek 12 eğitimcinin katılımı ile Meclis-i Kebir-i Maarif toplanmıştır. Milli Eğitim Şurası geleneğini ortaya çıkaracak adım böyle atılır.

KARMA EĞİTİM (8 Ocak 1926): 1913 de yürürlüğe giren Tedrisat-ı İptidaiye kanunu ile İlk öğretimin parasız ve zorunlu olması, sağır dilsiz ve kör öğrenciler için özel öğretim tüzüğü çıkarılması, 4-6 yaş grubu için ana okulları ya da sınıfları açılması, ilköğretimin üç dönemini (8 yıllık ilköğretim ilk kez bu kanun ile gündeme gelir) bitiren çocuklar için El-işleri ve Sanat Mektepleri kurulması, kız okulu olmayan yerlerde kızlar ve erkeklerin karışık okuması hükmü getirilmiştir. 

1920 Yılında Darülfünun’da kız öğrenciler erkek öğrencilerin sınıflarına girmişler, bu oldu bittiyi darülfünun yönetimi kabul etmiş, karma eğitime böyle geçilmiştir.   

LATİN ALFABESİNE GEÇİŞ HAZIRLIKLARI: Selim Sabit Efendi’nin başlattığı ilköğretimde yeni bir alfabe öğretme biçimi, Latin alfabesine dönük bir hazırlık olarak görülebilir. Selim Sabit Efendinin önerdiği Usul-ü Cedit ile artık Arapça harfler, “savti usul” (cim, dal) yerine; önündeki ünlüye uygun biçimde (ce,de) seslendirilmeye başlanmıştır. Böylece okuma yazma öğretiminde Batı tekniği, Türkçeye (Osmanlıca o günün Türkçesidir) uyarlanmaya çalışılmıştır. Bu yöntemle okuma yazma öğretimi veren ilk okullar artık İptidai adını alırlar. Bu dönemde Kolay Elifba, Tecrübeli kolay Elifba, Usul-ü Tâlim-i Kıraat, Nev Usul Tâlim gibi pek çok alfabe kitapçığı yazılmıştır.

MEDRESE REFORMU: Medreseler Cumhuriyet döneminde Mustafa Necati döneminde (1928) kapatılmışsa da daha sonra özellikle Doğu Anadolu’da varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. Fakat medreselerin ıslahı, II. Meşrutiyette 1909 yılında başladı. Medreselerin programlarında akli derslerin (Kimya, Biyoloji vb..) sayısı arttırıldı.  İttihat ve Terakki Partisi iktidarda bulunduğu süre içinde, toplumdaki diğer unsurları yok saymış, Türkçü ve İslâmcı akımları birleştirmeye çalışmış, “aydın din adamı” yetiştirmeye özel önem vermiştir. Tıpkı Cumhuriyet Döneminin büyük bölümünde ve AKP döneminde olduğu gibi. İlk İmam Hatip Lisesi 1915’de (Medrese’tül- Eimme ve’l – Hüteba) açılır. 

KÖYE ÖĞRETMEN YETİŞTİRME: Nüfusun yüzde 85-90’ının köylerde yaşadığı bir toplumda köye öğretmen yetiştirmeye özel önem verilmesi anlaşılır olgudur. Köy Enstitülerine giden yolda ilk adımlar Tedrisat-ı İptidaiye kanunu ile atılır. Bu kanunda ilk okulu bitiren her çocuğun ortaokula gitmesine karşı çıkılırken, bu şöyle savunulur: “Bilakis biz köylü çocuğunu okuturken onun köyünden ve köylülüğünden çıkmamasını asli hedef saymak zorunda olduğumuza inanıyoruz” 

İsmail Mahir Bey’e göre her il ya da sancakta bir yatılı öğretmen okulu açılmalı; bu okullara o birimdeki her köyden bir erkek ve kız öğrenci alınmalı ve o köylere öğretmen olarak atanmak üzere yetiştirilmelidir.

Sosyalist düşünceleri ile dikkat çeken, Karadeniz’de Mustafa Suphi ile birlikte katledilen Ethem Nejat eğitimin köy kalkınmasında araç olarak kullanılmasını savunan ilk eğitimcilerimizdendir. Ziraat öğretimini, köye yönelik eğitimle birlikte düşünmüştür. Ona göre köy öğretmenler, köyün kalkınmasını sağlamaya dönük eğitim verebilecek şekilde eğitilmelidirler. Bunun için köylerde Yatılı Bölge Okulları kurulmalıdır. Atatürk bu öneriye sahip çıkar.

Cumhuriyet döneminde Köye dönük eğitimin kuramsal mimarı kuşkusuz İsmail Hakkı Tonguç’tur. Fakat bu düşünceye giden yolda İsmail Mahir Efendi, Ethem Nejat, İsmail Hakkı Baltacıoğlu gibi eğitimcilerin düşüncelerini de hatırlamak en azından vefa borcudur. 

Bugün eğitimde sorun, programlarda dini içeriğin artmasından ibaret değildir. Bir Milli Eğitim Politikasından söz edilecekse, önce “Milli” kavramından ne anlaşılması gerektiği ortaya konulmalıdır. İçini bu topraklarda yaşayan herkesi kucaklayacak şekilde laik, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitimi önceleyecek biçimde doldurmazsanız, iktidarda kim olursa olsun, birleştirici değil ayrıştırıcı rol oynamaya devam edersiniz. 

Birbirinizle didişip dururken havanda su döver durursunuz.      

Kaynak: Türk Eğitim Tarihi, Ali Türer, 3. Baskı, Ankara: 2016.