Bu topraklarda Türkçülük, Neo Osmanlıcık (Osmanlıcılığın devamı yeni bir versiyonu) olarak ortaya çıktı. Dikkat edin İttihat Terakki’nin bütün liderleri, İslamcılık ile Türkçülüğü uzlaştırma çabası içinde olmuşlardır.

Ne demek istediğimi biraz açayım.

Osmanlıcılık, çözülen klasik İslam Devletinin yerine, Tanzimat Fermanı’ndan itibaren, merkeziyetçi yapıyı, geleneğe, aynı zamanda da çağın ruhuna uygun biçimde yeniden inşa etme serüveniydi. II. Meşrutiyetin İslamcılığı da Türkçülüğü de hep aynı çizgi üzerinde ilerledi. 

Amaç, bütün unsurları (Ermeni, Rum, Kürt, Türk) geleneksel kültür içinde eriterek ortak bir toplum inşa edebilmekti. II. Abdülhamit bunu, teknoloji (ulaşım-iletişim), ordu, din, sansür, hafiyelik ve modern eğitimi kullanarak mutlakiyet (istibdat) rejimi içinde denedi. 

İttihat ve Terakki ise II. Meşrutiyet koşullarında bütün anasırı (unsurları) Türkçülük şemsiyesi altında bir araya getirmeye çalıştı. Cemal Paşa’nın Anıları, 1. Dünya Savaşı yıllarında bu amaç uğrunda nasıl umutsuzca bir çaba içinde debelenip durduğumuzu açık biçimde ortaya koyar.

Mustafa Kemal ve Arkadaşları ise I. Dünya savaşından sonra elde kalan sınırlar içinde, bu siyaseti yeniden güncellediler. Modernleşme ve Türkleştirme siyaseti içinde bir devlet, bir toplum inşa etmeye çalıştılar. 

Bu siyasi projenin başarıya ulaşabilmesi, modernleşme dönemi içinde milli duyguları uyanan, kültürüne sahip çıkmak isteyen diğer unsurların bu topraklardan uzaklaştırılması ya da asimile edilmesi, etkisiz hale getirilmesi ile mümkündü. 

Fakat, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Milli Duyguları henüz (geç) gelişmeye başladığı için daha önce o kadar sıkıntı çıkarmayan, hatta Ermeni-Rum gibi unsurların ayıklanmasında Türklere destek veren Kürtler, bu projenin hayata geçmesinde, giderek en önemli engel haline geldiler. 

Bu projenin hayata geçmesi için, Türkçülüğün yeterli bir mihver (eksen) olamayacağı anlaşılınca, kadim birleştirici İslamcılık yeniden devreye girdi. Bir süre Türk-İslam Sentezi olarak işleyen eksen 2000’li yıllardan sonra yerini önce İslamcılığa sonra da İslamcılık-Türkçülüğe kendini bıraktı. Fakat proje özünde kesintisiz biçimde aktı, hep aynı kaldı.

Yukarıdan aşağıya merkeziyetçi gelenek içinde Türklerin ve İslamcıların varoluşunu güvence altına alacak kaynaşmış bir toplum oluşturma (Beka) amacı güden bu proje, gene de hiçbir zaman tamamlanamadı. Bu projeden kalıcı bir sonuç alınamadı. Sonuç: Hukuksuzluk, keyfilik, istikrarsızlık, çatışma ve ayrışma: 

Çünkü kadim Anadolu özünde, dışarıdan gelenin tek başına damgasını vuracağı, tek unsurlu, tek inançlı bir coğrafyaya dönüştürülebilecek bir yapı değildi. Her zaman çok renkli, çok kültürlü bir coğrafya olarak var ola geldi. 

Bu topraklarda huzur, istikrar ve barış, ancak, farklı kültürlerden gelseler de, eşit yurttaşlık temelinde, demokrasi kültürü içinde ortaklaşa kurucu unsur olarak bir araya gelmiş unsurlarca, el birliği ile korunabilirdi. Olmadı, olamadı.

Türkiye, Neo Türkçü, Neo İslamcıların yer yer birbiri ile çatışan yer yer birbiri ile örtüşen niyetleri, gayretleri, itiş kakışları ile sürekli bir çatışma içinde kan kaybetti, bugünlere geldi. 

Yazıya neden böyle bir giriş yaptım. Çünkü bu gerçekliği göz önünde tutmadan yapılacak hiçbir analiz, özel olarak bugünkü Türkiye’nin, daha geniş anlamda Ortadoğu coğrafyasının yarasına merhem olabilecek bir malzeme üretmez. 

Kendi ülkesinde barışı, huzuru, istikrarı, demokrasiyi, kardeşçe bir arada yaşamı kuramamış yapılar, ideolojiler, anlayışlar Suriye’ye Barış, Huzur, İstikrar getiremezler. 

Olsa olsa oradaki karmaşanın bileşeni olur, karmaşayı Türkiye’ye taşır, toplumu paralize eden, huzursuz eden iç sorunları, daha da işin içinden çıkılamaz hale getirir, süreci daha tehlikeli daha çatışmalı hale getirirler. 

Beşşar Esad’ı deviren Muhammet Colani Erdoğan’ın da Trump’un da yeni gözdesi oldu. Anlaşılıyor ki her ikisinin de Colani’den beklentisi, Suriye’deki bütün unsurları hegemonyası altında tutabilecek, ılımlı bir İslam Devleti kurması doğrultusunda. Bunun için Colani’nin HTŞ kimliğini, cihatçı kimliğini bir kenara bırakıp kimsenin inancına yaşamına doğrudan müdahalede bulunmayacak görece de olsa laik bir sitem kurabilmesi gerekiyor. Trump, bunun için Erdoğan’dan medet umuyor olabilir. Bir yandan da bu Türkiye’nin halinden oldukça memnun olduğu anlamına da gelir. 

Fakat Colani bu yola girer mi, girerse onu destekleyen İslamcı gruplar onu rahat bırakırlar mı, bilinmez. Bu çok zor, oldukça da uzak bir ihtimal. Köklü değişim zaman ister.

Erdoğan’ın, nihai arzusunun Suriye Demokratik Güçlerinin silahlı gücü YPG’nin dağıtması, silahlarının elinden alması olduğunu biliyoruz.

Oysa Colani’nin eski cihatçı, İslamcı reflekslerini terk etmedikçe, SDG ile ortak bir çözüm üretmesi mümkün değil. Ayrıca, Colani’nin Amerika’nın desteğini alabilmesi, SDG’yi desteklemeyi bırakması için Suriye’deki Amerikan çıkarlarını gözetme sözü vermesi de gerekiyor. Colani Türkiye’nin akıl hocalığı sayesinde bu esnekliği gösterebilir mi? 

Hesaplar bunlar olabilir, siyasi denklem içinde yaşam hesapları nereye evirir, göreceğiz.  

Türkiye Suriye Milli Ordusu ile birlikte Kobani de ve Münbiç te SDG güçlerine karşı harekata hazırlanıyormuş. Bundan kaçınmak için Kürt güçlerin kontrolündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi, bu bölgede Türkiye'yle tam ateşkes sağlanması durumunda Rojava’daki Suriyeli olmayan tüm Kürt militanların (PKK’ların) ülkelerine geri döneceğini söylemiş (EuroNevs. 20.12.2024). Bu Türkiye’nin en önemli taleplerinden biriydi. Bu gösteriyor ki SDG de sonuçta bir orda bir uzlaşma arayışı içinde. 

Erdoğan iktidarı, Neo Osmanlıcı siyaset içinde Kürtlere, Türk-İslam devletinin içinde bir alt unsur olarak kabullenebilecekleri bir konum öneriyor, dayatıyor. Yani devlet aklı, bu kadim projeyi hala, İslamcılar eliyle sonuçlandırabileceğini düşünüyor. Bunu anlıyoruz

Bunun için Suriye’deki Kürt yapılanmasının da bu beklentilere tehdit oluşturulamayacak bir konumda yapılanması bekleniyor. 

Planlandığı gibi sonuçlanırsa bu süreç, Erdoğan’ı bir yandan uluslararası bir lider, bir aktör konumuna yükseltirken, muhalefetin de giderek daha paralize hale gelmesine, zayıflamasına yol açacak. Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzayacak. Türkiye anayasal olarak değilse bile fiilen, Rusya’da olduğu gibi tek partili rejimle yönetilen otokratik bir ülke halinde görece kararlı bir yapı haline gelecek. İktidarın bütün hesapları bu yönde. Muhalefetin buna karşı bir alternatifi var mı, onu da bilmiyoruz. İktidarın İmralı’da Dem Parti-Öcalan görüşmesinden bu süreç içinde bir beklentisi olmalı, yoksa bu görüşmeyi bu kadar neden istesin, değil mi?

Günün sonunda gelip bir yine bir özlü söze gelip dayanıyor aklımız: Ne yapılsa nafile, Zorla güzellik olmuyor.