Askeri ekonomi ya da ekonominin militarizasyonu kavramı kısaca “ülke kaynaklarının giderek daha da artan oranlarda askeri amaçlar için harcanması” biçiminde tanımlanabilir.
Askeri ekonomi ya da ekonominin militarizasyonu kavramı kısaca “ülke kaynaklarının giderek daha da artan oranlarda askeri amaçlar için harcanması” biçiminde tanımlanabilir. Ekonomi derslerinde ekonomi bilimi için genellikle şöyle bir tanım da yapılmaktadır. “İnsan ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar ise sınırlıdır. İşte ekonomi bilimi, sınırlı olan bu kaynakları, toplum ihtiyaçlarının öncelikler sıralamasını gözeterek akılcı ve gerçekçi biçimde saptama ve böylelikle toplumun belli bir refah düzeyine ulaşmasını gerçekleştirme bilimi ve sanatıdır.” Bir toplumun sahip olduğu ekonomik kaynakların belirlenen öncelikli ihtiyaçlara göre dağılımı devlet örgütü aracılığıyla yapılır. Klasik anlamda devletin temel görevlerinden birisi de kesimler arasında kaynak dağılımını sağlamaktır. Devlet bu kaynak dağılımını; her yıl yapmış olduğu bütçe kanunu aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışır. Örneğin devlet her yıl yapmış olduğu bütçesinde ücretlere %20, Tarım kesimine %30, Sanayi kesimine %35, Eğitime %5, Sağlığa %5 ve Savunmaya %5 gibi paylar dağıtılmasına karar verebilir. Bir toplumda ihtiyaçların öncelikler sıralaması ne kadar gerçekçi yapılır ve kaynakların dağlımı ne kadar akılcı ve adaletli bir şekilde yapılırsa o toplumda refah düzeyi o kadar yükselir ve toplumsal dinginlik ve huzur sağlanabilir. Aksi durumlarda ise her zaman toplumsal huzursuzluklar, sorunlar ve çalkantılar meydana gelebilir. İşte asıl konumuz olan “Askeri Ekonomi” bir ülkenin bütçesinde askeri harcamalar için ayrılan payların sürekli olarak artması ve giderek bütçenin çok büyük bir kısmını kapsar hale gelmesidir. Bir toplumda ekonominin askerileşmesi her zaman yönetimin de totaliterleşmesi tehlikesini berberinde getirir. Çünkü askeri ekonomilerin uygulandığı ülkeler, karakterleri gereğince normal yönetimler tarafından yönetilemezler. Toplumun diğer ihtiyaçları için bütçeden ayrılması gereken payların kesilerek bu payların askeri harcamalara aktarılması; payı azalan toplum kesimlerde çeşitli sıkıntılara ve hoşnutsuzluklara neden olabilir. Bu hoşnutsuzluklar ve doğabilecek tepkilerin bastırılması için yönetim zora dayalı, baskıcı kararlar almak zorunda kalabilir. Sonuçta bir ülkenin sahip olduğu kaynaklar belirli ve sınırlıdır. Bu kaynağın büyük bir kısmının askeri amaçlar için harcanması kaçınılmaz olarak toplumun diğer kesimleri için yapılması gereken harcamaların azalmasına ve dolayısıyla yoksullaşmaya neden olabilir. Örneğin ülkemizde son yıllarda ekonomistler tarafından ekonomik kriz, ekonomik buhran ya da ekonomik bunalım kavramlarıyla tanımlanan ve ekonominin motor sektörleri olarak gösterilen inşaat sektörünün durma noktasına gelmesi, otomotiv sektöründe satışların yarı yarıya düşmesi, sanayi üretiminin azalması, tarım kesiminde yakınma, şikayet ve tepkilerin artması, ticaret kesiminin zayıflaması, işçi-memur ücretlerinin yetersizliği, emekli maaşlarının düşük tutulması gibi olumsuzlukların en önemli nedenlerinden birisi de askeri harcamaların artması nedeniyle bu kesimler için ayrılacak olan ekonomik kaynakların azalmasıdır. Yani ülkemizde; yaşanan ekonomik krizlerin bir nedeni de bilinçli ya da bilinçsiz olarak ya da ekonomik ve diplomatik politikaların zorunlu kılması nedeniyle, kimi dönemlerde dolaylı bir şekilde uygulanmaya çalışılan Askeri Ekonomi modelidir. Hem dünya ve hem de Türkiye iktisat tarihine bakıldığında, çeşitli ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de zaman zaman ekonominin askerileştiği ya da Askeri Ekonominin uygulandığı dönemler olmuştur. Günümüzde ise kesin bir tarih belirtmek çok zor olsa da adım adım ekonominin askerileşmesi olgusunun; siyasal iktidarın Suriye politikasının değişmesiyle birlikte başladığı söylenebilir. Bu tarihten sonra AKP iktidarlarının savunma harcamalarında düzenli bir artış olduğu gözlenmektedir. Milli tank Altay, milli füze Cirit, milli savaş helikopteri Atak, milli havan topu Fırtına, milli zırhlı taşıma aracı Kirpi, milli savaş gemisi Büyükada, milli insansız hava aracı ve milli piyade tüfeği gibi bir dizi konvansiyonel savaş envanteri oluşturulmaya başlanmıştır. Bu çerçevede F-35 uçakları ve S-400 hava savunma sistemlerinin alınması için yapılan milyarlarca dolarlık harcamaları da sayabiliriz. Görüleceği üzere Ortadoğu’da İsrail’den sonra en fazla savunma sanayine ağırlık veren ülkelerden birisi olan Türkiye’nin silahlanma için yapmış olduğu harcamalar her yıl daha da artmaktadır. Askeri envanterin ve katalogun artışı dolaylı biçimde siyaseti de etkilemekte, siyasal yapının militarizasyonunu, yani yönetimin otoriterleşmesini de beraberinde getirmektedir. Bu durumda, siyasal iktidarın Suriye politikasının değişmesiyle birlikte ekonomik politikalarının da değiştiği ve adı konulmamış, açıkça ilan edilmemiş ve üstü örtülü bir “Askeri Ekonomi”ye geçildiği söylenebilir. Askeri Ekonomik modelin göstergelerinden birisi de ülkemizdeki ekonomi yönetiminin askerileşmesidir. Bilindiği üzere; askeri yönetimi öteki yönetimlerden ayıran bazı temel özellikler vardır. Örneğin katı bir hiyerarşik yapı, emir-komuta zinciri, katı kurallar, astın ve üstün hukukuna riayet ve emirlere mutlak itaat esasına dayanan bir disiplin anlayışı askeri yönetim için olmazsa olmaz kurallardır. Askeri yönetimde çok iyi sonuçlar veren bu özellikler başka alanlarda, örneğin ekonomi alanında hiç de iyi sonuçlar vermezler. Ekonominin genellikle arza ve talebe göre belirlenen ve yazılı olmayan bazı kuralları vardır. Bunları emir-komuta ile değiştiremezsiniz. Örneğin enflasyon oranları piyasa koşullarına göre belirlenir, her şeyin olduğu gibi paranın da bir fiyatı vardır. Paranın fiyatı da faiz oranları da arz ve talep hareketlerine göre piyasa şartlarında belirlenir. Mal ve hizmetlerin fiyatları da arza ve talebe göre belirlenir. Tarım Kredi Marketlerinde satılan bazı malların fiyatlarının düşürülmesi örneğinde olduğu gibi, bunları emir-komuta ile kararname ile ya da yasa çıkarma ile belirleyemezsiniz. Öyle olsaydı bir yasa ile enflasyonu yasaklar, enflasyon belasından hep birlikte kurtulurduk. Ama az önce de söylemeye çalıştığım gibi, ekonominin piyasa koşullarında arza ve talebe göre oluşan ve yazılı olmayan kuralları vardır. Bunları yok saymak çok vahim sonuçlar doğurabilir. Gerçek rakamları değiştirerek düşük göstermeye çalıştığınız enflasyon bir süre sonra katlanarak yeniden ortaya çıkabilir. Bizde örneğin, Merkez Bankası Başkanlarının ve Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlarının sık sık değiştirilmeleri, yerine atanan görevlilerin daha sonra piyasa koşullarına göre değil, önceden verilmiş siparişler üzerine belirlenmiş enflasyon, faiz oranları ve istatistiki verileri mutlak bir itaatle, emir ve komuta zinciri içerisinde açıklamaları gibi uygulamalar; son zamanlarda ekonomi yönetiminin de askerileştiğinin göstergeleri olarak değerlendirilebilir. Askeri Ekonomi, Birinci Dünya savaşından önce ünlü Alman Başbakan Demir Şansölye lakaplı Otto von Bismarck tarafından uygulanmıştır. Bismarck, ülkesinin hemen hemen tüm kaynaklarını kullanarak o dönemin en önemli savaş aracı olan, top, tüfek ve askeri malzeme üreten fabrikaları kurmuştur. Başlangıçta ülkesindeki işsizliği önlemiş ve belirli bir kalkınma sağlamış ve refah düzeyini arttırmıştır. Ama aşırı silahlanma sonucunda Birinci Dünya savaşının çıkması nedeniyle hem Almanya’nın hem de öteki dünya devletlerinin yıkımına, 35 milyondan fazla insanın cephelerde ve cephe gerisinde ölümüne neden olmuştur. Yine aynı şekilde Askeri Ekonomi İkinci Dünya savaşından önce Adolf Hitler tarafından yine Almanya’da uygulanmıştır. Hitler de tıpkı Bismarck gibi ülkesinin hemen hemen tüm kaynaklarını kullanarak tank, top, tüfek ve askeri malzeme üreten fabrikaları kurmuştur. Bu sayede kısa sürede işsizliği önlemiş ve Alman gençlerinin orduya, SS’lere ve SA’lara katılmaları dolayısıyla yüksek istihdam sağlamıştır. Bu ve benzeri başarılı uygulamalar Hitler’e olan siyasi desteği arttırmıştır. Ama aşırı silahlanma nedeniyle İkinci Dünya savaşının çıkması sonucunda bütün uygarlık tarihi boyunca insanoğlunun karşılaştığı en büyük yıkıma ve bazı tahminlere göre 60 milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştur. Görüldüğü gibi Askeri Ekonomi yalnız bunu uygulayan ülkelere değil aynı zamanda tüm dünyaya ve insanlığa da ateş, kan, ölüm, gözyaşı ve büyük bir yıkım getirmektedir. Yaşanan yıkım ve acıların telafisi bazen yüzyıllar alabilmektedir. Bizim iktisat tarihimizde ise 1919-1922 yılları arasında zaten Ulusal Bağımsızlık Savaşının yapılıyor olması nedeniyle TBMM hükümeti tarafından uygulanan ekonomik model, Askeri Ekonomidir. Savaş koşullarında gerekli ve zorunlu olarak başarıyla uygulanmıştır. Büyük Zaferin ekonomik temellerinin Askeri Ekonomiye dayandığı söylenebilir. 1950’li yıllarda Kore Savaşına katılım, Nato’ya girme ve soğuk savaş koşullarının dayatması gibi nedenlerle ekonomik yapının askerileşme eğilimlerin artması 1960 ihtilalinin önemli nedenlerinden birisi olarak gösterilebilir. 70’li yıllarda ekonominin askerileşmesi 12 Mart muhtırasıyla sonuçlanmış, Anayasa’nın üzerine şal örtülerek ve parlamenter demokrasi askıya alınarak ancak sıkıyönetimle uygulanabilen baskıcı ara rejim dönemine geçilmiştir. Yine aynı şekilde 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik istikrar tedbirlerinin olağan yönetimler tarafından uygulanmasının imkânsız olması da 12 Eylül 1980 darbesinin yapılmasının önemli nedenlerinden birisi olarak gösterilmektedir. Bu darbenin ülkemiz ve toplumumuz üzerindeki olumsuz etkilerinin hala devam ettiği hususu, konuyla ilgili tüm kesimler tarafından her fırsatta dile getirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında; kimi iktisatçılar tarafından ülkemizde son yıllarda plansız, ölçüsüz ve denetimsiz biçimde zaman zaman başvurulduğu söylenen Askeri Ekonomi’den hızla vazgeçilmesi gerektiği önerileri sıklıkla dile getirilmektedir. Bunun aksine, mümkün olan en kısa sürede üretim ekonomisine geçilmesi görüşü ısrarla belirtilmektedir. Aksi takdirde, dış borcu milli gelirinin %62’sini aşan, ekonomisi güçlü olmayan, ekonomide ve teknolojide dışa bağımlı ve en önemlisi de teknoloji üretemeyen ülkemizde; Askeri Ekonomide ve özellikle de kaynak savurganlığında ısrar edilmesi halinde ekonomik krizlerin daha da derinleşerek devam edeceğini söylemek büyük bir kehanet olmayacaktır.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL