Yazımın başlığındaki gibi sadece söylemde “Cumhuriyetin ilanı en büyük devrimdir” demek, başlı başına pek fazla bir anlam ifade eden bir tanımlama olmaz. Bunun için bu söylemin tarihi gerçeklerle ve bilimsel akıl yürütmelerle altının doldurulması gerekir. Övgü dolu, hamasi söylemler; bizlerin, Cumhuriyetin büyüklüğünü anlamamız için yeterli değildir. Bu şanlı devrimin ne denli büyük bir devrim olduğunu anlayabilmemiz için onun, bütün bir Türk tarihi içerisindeki yerini, özgünlüğünü, gelişim sürecini ve hangi zorlu mücadeleler sonucunda gerçekleştiğini çok iyi bilmemiz gerekmektedir. Şöyle bir düşünecek olursak; bilinen Türk Tarihi, kimi tarihçilere göre 5 bin, kimi tarihçilere göre ise 3 bin yıllık bir tarihtir. Ancak kesin olarak bilinen şudur ki Türkler, 2 Bin yıllık bir ordu ve devlet geleneğine sahiptir. Yaşanan bu binlerce yıllık tarihsel süreç içerisinde, MÖ 220 yıllarında kurulmuş olan Büyük Hun İmparatorluğu’ndan, MS 1299 yılında kurulup 1922 yılında son bulan Osmanlı İmparatorluğu’na kadar 16 Türk Devleti kurulmuştur. Kurulan bu devletlerin tamamı kurucu hanedanlarının adıyla anılmışlardır. Başta bulunan hanedan aileleri tarafından, babadan oğula geçen mutlak yönetim biçimleriyle yönetilmişlerdir. Bu mutlak yönetimlerde, halkın bırakın yönetim üzerinde en küçük bir söz sahibi olmasını, belirli durumlarda can ve mal güvenlikleri bile söz konusu olamamıştır. İşte, aradan geçen bu 2 bin yıllık zaman içerisinde ilk kez Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yönetim biçimini değiştirebilme başarısını göstermiştir. Türk devlet yönetim geleneğinde ve toplum yaşamında tarihsel bir dönüm noktası olan Cumhuriyet Devrimini gerçekleştirmiştir. Yaptığı bu köklü devrimle; gücünü tanrıdan aldığını iddia ederek babadan oğula keyfi bir yönetim sürdüren hanedanların tekellerinde tuttukları iktidar gücünü bunların ellerinden almıştır. Ülkenin yönetim erkini kayıtsız ve şartsız olarak halka vermiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte artık köhnemiş, tüm işlevlerini yitirmiş ve çağın çok gerilerinde kalmış olan Osmanlı hanedanına dayalı monarşik tek adam yönetimlerine son verilmiştir. Yerine, çağdaş bir yönetim biçimi olan Cumhuriyet idaresi kurulmuştur. Anayasal bir düzen tesis edilerek, vatandaşların tüm hak ve özgürlükleri yasal güvencelere kavuşturulmuştur. Daha önceki Türk Devletlerinde; Osmanlı Devleti veya Selçuklu Devleti örneklerinde olduğu gibi, devlete kurucu hanedanın adı veriliyordu. Mülk devlet anlayışı vardı. Yani tüm devlet, topraklarıyla, denizleriyle, ormanlarıyla, insanlarıyla kısacası canlı cansız tüm varlıklarıyla birlikte yöneten hanedanın tapulu malı, mülkü sayılıyordu. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte bu uygulamalardan vazgeçilmiştir. Yeni kurulan devlete, Gazi Mustafa Kemal tarafından “Türkiye” adı verilmiştir. Böylelikle devletimiz, gelişmiş, çağdaş ülkelerde olduğu gibi kurucu ulusunun adıyla “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak anılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet Devrimi, tarihimizdeki başarılı olmuş ilk ve tek yenileşme hareketidir. Cumhuriyetle birlikte kamu yönetimindeki çağdışı kurumlar kaldırılmaya başlanmıştır. Ülkenin içerisine düşürüldüğü orta çağ karanlığından çıkabilmesi için aydınlanmanın ışığı tüm ülkeye saçılmıştır. Emperyalizme terk edilmiş olan limanlar, demiryolları ve dış ticaret millileştirilmiştir. Çağdaş üretim ilişkilerini esas alan yeni bir ekonomik düzen kurulmuştur. Sanayide çarklar döndürülmeye, tarımda ileri teknolojiler kullanılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet Devriminin, bütün bir Türk tarihi içerisindeki en büyük devrim olarak kabul edilmesinin nedeni, bu köklü dönüşümler ve çağdaş ilerlemelerdir. Cumhuriyet, öyle anlatıldığı gibi bir gecede kolaylıkla ilan edilmemiştir. Türk siyasal yaşamında Cumhuriyet mücadelesinin; 200-250 yıllık bir hayli zorlu, on binlerce özgürlük savaşımcısı tarafından ödenen ağır bedellerle ve çekilen büyük acılarla dolu, kanlı bir geçmişi vardır. Mustafa Kemal Atatürk, tıpkı bizim siyasal tarihimizde vatan ve halk egemenliği kavramlarını ilk ortaya atan Namık Kemal ve Mizancı Murat gibi Jön Türklerin; Ali Süavi’lerin, Mithat Paşa’ların, 2. Meşrutiyet için mücadele veren Özgürlük Kahramanı Resneli Kolağası Niyazi’lerin, “Hürriyet, Musavvat, Uhuvvet” yani günümüz Türkçesiyle, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganıyla yola çıkan İttihatçıların mücadelelerini sürdürmüştür. Bir farkla ki, onlar savaşımlarında başarılı olamamışlardır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise, Cumhuriyet Devrimini gerçekleştirerek bu 250 Yıllık Anayasa ve özgürlük mücadelesini zaferle sonuçlandırmasını bilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyetçi ve devrimci düşüncelerle daha askeri lisede genç bir öğrenciyken tanıştığını biliyoruz. Bu devrimci düşüncelerini 1789 Fransız Devriminin fikir babaları olan Voltaire, Rousseau, Didero gibi düşünürlerden almıştır. Devrimci bir düşünür olan Rousseasu, Mustafa Kemal Paşa’yı belki de en fazla ‘birey için özgürlükçü, toplum için cumhuriyetçi’ bir anlayışa sahip olması yönüyle etkilemiştir. Ancak Mustafa Kemal, bu devrimciler arasında kendisini en çok Robespierre’e benzetmektedir. Çünkü Voltaire, Rousseau ve Didero sadece düşünce ve yazın adamlarıdır. Robespierre ise hem bir düşünce ve hem de bir eylem adamıdır. Bu benzetmeyle Mustafa Kemal, kendisini de tıpkı Robespierre gibi hem bir düşünce ve hem de bir eylem adamı olarak tanımlamıştır. Ülkede cumhuriyet yönetiminin kurulabilmesi için gerekli koşullar oluşuncaya kadar “cumhuriyeti vicdanında milli bir sır olarak saklamıştır.” Büyük bir sabırla, adeta usta bir satranç oyuncusu gibi başarılı hamlelerle cumhuriyet mücadelesini dürdürmüş ve sonuçta bu çağdaş yönetim biçimini kurmayı başarmıştır. Cumhuriyet mücadelesini Mustafa Kemal Atatürk’ün adeta tek başına sürdürdüğünü söylemek abartılı değildir. Çünkü Millî Mücadele için birlikte yola çıktığı en yakın arkadaşları bile cumhuriyetin ilan edilmesine karşı çıkıyorlardı. “Nutuk” adlı eserinde, saltanatın kaldırılması kararı alınmasından bir gün önce Refet Bele’nin Ankara Keçiören’deki bağ evinde Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy ile yaptıkları görüşmede; Rauf Orbay’ın “biz padişahın ekmeği ve nimetiyle büyüdük. O’na nankörlük edemeyiz.” Dediğini ve saltanatın kaldırılmasına topluca karşı çıktıklarını yazmıştır. Bunlardan ayrı olarak Kazım Karabekir Paşa’nın ise, “cumhuriyetin ilan edilmesinin çok tehlikeli sonuçlar doğuracağını” kendisine söylediğini belirtmiştir. Böyle bir ortamda uzun ve zorlu uğraşlar vererek cumhuriyetin ilanı için gerekli alt yapıyı hazırlamaya çalışmıştır. 28 Ekim 1929 günü TBMM’de bir hükümet krizi çıkmıştır. Mustafa Kemal, bu krizi çözmek amacıyla Çankaya Kökünde milletvekili arkadaşları Kazım (Özalp), Deli Halit Paşa (Karsıalan), Kemalettin Sami Paşa (Gökçen), Fethi (Okyar), İsmet (İnönü), Fuat (Bulca) ve Ruşen Eşref (Ünaydın) ile bir toplantı düzenlemiştir. Toplantının sonunda, aralarında gizli kalmak koşuluyla “yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” müjdesini vermiştir. 29 Ekim 1923 günü TBMM’de verilen önergeler kabul edilerek Anayasa’ya “Türkiye Devleti’nin yönetim şekli cumhuriyettir” maddesi eklenmiştir. Ardından Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Bu kutlu olay Ankara Topraklık sırtlarından atılan 101 pare top atışıyla kutlanmış ve halka duyurulmuştur. Cumhuriyet yalnız bir yönetim biçimi olarak değil, aynı zamanda bir çağdaşlaşma ve aydınlanma projesi olarak seçilmiştir. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere cumhuriyeti kuran kadrolar onu öyle sağlam temeller üzerine kurmuşlardır ki, cumhuriyeti yıkmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımıyla “kimsesizlerin kimsesi” olan cumhuriyet, yine onun deyişiyle “ebediyen payidar” kalacak ve sonsuzluğa kadar yaşayacaktır. 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet Yönetiminin 101. Yıl dönümü ve ülkemizde anti-emperyalizm, tam bağımsızlık, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik mücadelesi veren tüm Cumhuriyet Devrimcilerinin bu en büyük bayramı kutlu olsun. Yaşasın Cumhuriyet.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL