İnsanların, küçük ya da büyük topluluklar halinde yaşadıkları her yerde; bazı doğal afetlerin, çeşitli asayiş olaylarının ve bazı ekonomik ve toplumsal sorunların ortaya çıkması son derecede olağan ve doğal bir durumdur. İşte insanlar, kendi kendilerini yönetmek ve bu çeşit sorunlarının üstesinden gelebilmek için adına devlet dediğimiz organizasyonu meydana getirmişlerdir. Sosyolojik anlamda devlet, sosyal bir kurumdur. Siyasal anlamda devlet, kamu hizmetlerini yerine getiren ve kamusal sorunları çözen bir örgüt, bir sistem ve neticede bütün kamu hizmetlerini yürüten dev bir aygıttır. Bu açılardan bakıldığında devletin, toplumsal hayatın dengeli, istikrarlı ve uyumlu bir şekilde sürdürülebilmesi amacıyla yerine getirmesi gereken yaşamsal derecede önemli pek çok işlevi ve görevleri vardır. Klasik devletin bu çok sayıdaki belli başlı görevleri arasında belki de en temel ve en önemli olanı; toplumsal barış ve güven ortamını sağlamak ve egemeni olduğu toplumu huzurlu bir dinginlik içerisinde, sağlıklı ve mutlu bir şekilde yaşatmaktır. Toplumsal yaşam elbette ki inişli çıkışlı ve bazen de çalkantılı bir yaşamdır. Bu iniş çıkışlar ve çalkantılar, toplumun büyük bir çoğunluğu huzurlu bir dinginlik kazanıncaya kadar devam eder. Bazı durumlarda söz konusu olan bu toplumsal çalkantı ve sorunlar; devletin yönetim ve çözüm yaklaşımlarına göre yeni, değişik ve öngörülemeyen çok farklı boyutlar kazanabilir. Toplumların yaşamında bazen ağır, çözümlenmesi zor ve çok büyük boyutlu sorunlar üst üste gelebilir. İçinde yaşadığımız şu iletişim ve bilişim çağında, çoğunlukla baş döndürücü bir hızla değişen toplumsal gündem, günümüzde olduğu gibi birbirinden çok farklı, çok değişik ve çok önemli konular yoğunlaşabilir. Sosyal yaşamda adeta, toplum kesimleri arasında fırtınaların koptuğu, yüksek gerilimli ve yüksek tempolu tartışmaların yaşandığı ve toplumsal tansiyonun çok yükseldiği bunalımlı dönemlerden de geçilebilir. Toplumsal yaşamı karamsarlıkla kuşatan böylesine bunalımlı, gözün gözü görmediği, tozun dumana, sapla samanın, at iziyle it izinin birbirine karıştığı belirsizlik ortamlarında, daha bir sorun yeterince anlaşılıp çözüme dahi kavuşturulmadan, bundan çok daha büyük sorunlar, birbiri ardına ortaya çıkabilir. Toplum, bu sorunlardan hangisine el atıp atmayacağı ve hangisine çözüm arayacağı konularında büyük bir paradoks ve kaos içerisine sürüklenmiş olabilir. Çeşitli açmazlar, çözümsüzlükler ve belirsizlikler içerisinde geleceğe olan inancını ve hatta umutlarını dahi yitirebilir. Toplum olarak bugün geldiğimiz noktada, ne yazık ki yine burada sıraladığımız olasılıklara benzer şekilde çalkantılı, sancılı, karamsarlık ve umutsuzluk dolu süreçlerden geçtiğimizi söylemek hiç de öyle abartılı bir söylem oluşturmaz. Farkında mısınız bilemem ama, toplum olarak hemen hemen her gün yeni ve değişik, inanılması, hatta hayal bile edilmesi güç olay ve sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz. Televizyonlarımızın haber bültenlerinden her gün, İnanılması güç siyasal nezaketsizliklere, açıklama ve tehditlere tanık oluyoruz. Böylesi gelişmeler nedeniyle yaşadığımız çeşitli sorunlarla baş edebilmekte zorlanıyoruz. Kimisi doğal kimisi yapay gündemlerle uğraşıp duruyoruz. Aslında yaşamsal derecede önemli acil çözüm bekleyen çok büyük ve çok önemli toplumsal sorunlarımız var. Bir yandan yakın çevremizde ateş çemberi gittikçe genişleyen bölgesel savaşlar ve bu savaşların getirdiği çok çeşitli sorunlarla uğraşıyoruz. Ve öte yandan ise ekonomik, sosyal, eğitsel ve yönetsel olmak üzere pek çok sorunun üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Kamu yönetimi organları, ne yazık ki devasa boyutlara ulaşmış olan bu sorunlara köklü ve kalıcı çözümler üretmekte zorlanıyorlar. Çözüm üretilemediği için bu sorunlar katlanarak büyümeye devam ediyor ve geleceğe erteleniyor. Bütün bu karmaşa, patırtı gürültü ve hayhuy arasında toplumun büyük bir kesimini canından bezdiren bazı can yakıcı sorunlar ise adeta bir derin dondurucuya konuluyor ve karanlık bir köşede öylece unutulmaya terk ediliyor. Bu tür sorunların ortaya çıkıp kamuoyu gündeminde tartışılması için ya haber değeri taşıyan büyük bir polisiye olayın meydana gelmesi ya da büyük bir skandalın meydana gelmesi gerekiyor. Geçtiğimiz 05 Ekim 2024 Cumartesi günü işte tam da böyle oldu. Gazetelerde ve televizyonlarımızın haber bültenlerinde yer alan; İspanyol polisinin Türkiye'den ayrılan Tanzanya bandıralı bir gemide dört ton kokain yakaladığına ve yedisi Türk olmak üzere on gemi personelinin gözaltına aldığına ilişkin haber ve iddialar gündeme bomba gibi düştü. Büyük bir rastlantı sonucu olsa gerektir ki yine aynı gün, Uluslararası Polis Teşkilatı (Interpol)’ün Genel Sekreteri Jürgen Stock’un yaptığı, ülkelerin uluslararası uyuşturucu ticaretini elinde tutan mafya ile mücadeleyi kaybetmek üzere olduğu açıklamasıyla karşılaştık. Aynı açıklamasında Stock, çetelerin Avrupa'da da istikrarsızlık yaratabilecek kapasiteye ulaştığını ve çetelerin temel gelir kaynağının ise uyuşturucu ticareti olduğunu ifade ediyor ve yapılan çok sayıda başarılı operasyona rağmen piyasada herhangi bir uyuşturucu kıtlığı yaşanmadığına dikkat çekiyordu. Ülkemize gelince; yine gazete ve televizyon haberlerinden öğrendiğimize göre daha dün, Kahramanmaraş’ta pompalı tüfekle ve çantasına yerleştirdiği bombalı düzenekle hastane basan bir Kadın, güvenlik görevlileri tarafından etkisiz hale getirildikten sonra savcılıkta yapılan sorgusunda; uyuşturucu bağımlısı oğlundan eziyet gördüğünü, intihar etmek istediğini ancak yapamayınca hastaneye gittiğini belirterek, "Tüfeği gören olursa belki birileri beni öldürür diye hastaneye gittim.” Şeklinde ifade vermiştir. Bu bireysel ve küçük polisiye olay bile uyuşturucu bağımlılığı sorununun ülkemizde nerelere ve hangi boyutlarda ulaştığını gösteren çok acı ve çok düşündürücü bir örnektir. Ülkemizde yaptığı derin yoksulluk araştırmalarıyla tanıdığımız sosyal araştırmacı Hacer Fogo, yaptığı bir açıklamada ülkemizde uyuşturucu kullanma yaşının 11-12’lere kadar düştüğünü belirtmiştir. Yine aynı açıklamasında Fogo, “Ziyaret ettiğim ailelerin ortak özelliği, sürekli çocuklarının peşindeler. Yani okul önlerinde, hastane kapılarında... Yüzde 45.3 oranında bu uyuşturucuyu evlerde kullanıyorlar ama anne babaların kaygısı, çocukları yeter ki evde olsun. Sokakta düşüp ölmesin diye evlerinde çocuklarını kitleyenler var." Şeklinde tespitler yaptığını belirtmiştir. Bu örnekleri ve Türkiye’de madde bağımlılığına ilişkin yapılmış olan çeşitli bilimsel çalışma örneklerini istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Evet Gazze Savaşını ve İsrail’in Beyrut’a yaptığı saldırıları, hayat pahalılığını, okulların temizlik sorununu, artan işsizliği ve bunlara benzer pek çok sosyal sorunu konuşuyoruz. Ama, aslında kabul etsek te etmesek te, beğensek te beğenmesek te Türkiye’nin, bütün öteki sorunlarının yanında bir de çok önemli ve çok can yakıcı bir toplumsal ve ekonomik sorunu ve genel sağlık sorunu olarak uyuşturucu madde ticareti ve madde bağımlılığı gibi yaşamsal sorunları da mevcuttur. Ancak bu sorun çoğunlukla halının altına süpürülmekte, görmezden gelinmekte ve üstü örtülü bir sorun olarak varlığını hep sürdürmektedir. Az önce Interpol’ün Genel Sekreteri Jürgen Stock’un aslında çok önemle üzerinde durulması gereken dehşet verici uyarılarına yer vermiştim. Bundan başka Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Kurulu (INBC)’nun çeşitli Raporlarında, Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi (EMCDDA)’nin her yıl yayımladığı “Avrupa Uyuşturucu Raporu” adlı resmi dokümanlarda ve Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nın hazırlamış olduğu çeşitli uyuşturucu raporlarında özetle: “Güney Amerika’dan sevk edilen uyuşturucu maddeler bakımından, Türkiye üzerinden Avrupa ve Asya’ya doğru yeni bir rota oluşmuştur. Türkiye bu taşımacılıkta kilit ülke ve transit ülke haline gelmiştir.” Şeklinde bilgilere yer verilmiş olması, Türkiye’nin dünya tarafından bu şekilde algılanması ve tanınması; Türkiye adının, adları uyuşturucu madde üretimi ve kullanımıyla anılan ülkeler arasında Afganistan ve Kolombiya’dan sonra üçüncü sırada yer alması gibi hususlar öyle zannediyorum ki, ülkesini ve halkını seven her duyarlı yurttaş için başlı başına bir üzüntü kaynağı haline gelmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı istatistiklerine bakıldığında; Türkiye’de işlenen uyuşturucu madde satışı ve kullanımı suçlarında ciddi artışlar olduğu, uyuşturucu madde kullanma yaşının beş (5) ve on dört yaşlarına kadar düştüğü, uyuşturucu madde kullanımının yaygınlaştığı ve uyuşturucu madde suçları nedeniyle cezaevinde yatan mahkûm sayılarının arttığı hususları somut biçimde görülmektedir. Bugün geldiğimiz noktada; uyuşturucu madde ticaretinin çok karlı bir iş olması, uyuşturucu maddelere çok kolay erişilebilmesi ve uyuşturucu madde suçlarının takibinin yeterince yapılamaması gibi nedenlerle uyuşturucu madde bağımlılığı giderek daha da yaygın hale gelmektedir. Gençliğimizi ve dolayısıyla geleceğimizi tehlikeye atan bu toplumsal afet, abartısız olarak toplumda yaşayan herkesi ve hepimizi tehdit eder hale gelmiştir. Aile facialarına ve insanlık dramlarına neden olmaktadır. Bu yıkıcı, sinsi ve gizli düşmanın ve toplumsal afetin üstesinden gelebilmek için vakit geçirilmeden akılcı, gerçekçi ve etkin politikalar hazırlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır. Sadece kamu kurum ve kuruluşları değil, aynı zamanda tüm toplum kesimleri de uyuşturucu madde afetiyle mücadele etmek amacıyla harekete geçirilmelidir. Unutulmamalıdır ki, madde bağımlılığıyla, uyuşturucu madde ticareti ve sorunlarıyla mücadele etmek hepimiz ve her duyarlı yurttaşın en temel insanlık ve yurttaşlık görevlerinden birisidir.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL