"..Cezaevinde bedenini, yarım kol iki demir değnekle taşıyor… Engelli bir insanı çok genç yaşına rağmen gözaltına almaları..."

Mersinli tüm devrimciler beni, "Polisin işkencede öldürdüğü DEV-YOL' cu Öğretmen Ali Uygur'un mezarını bulan gözaltına alınan ve büyük işkenceler gören "Demokrat Gazeteci olarak bilir.

Hüseyin Sisligil, namıdiğer Topal Hüseyin.

O dönem ‘Kurtarılmış Bölge’ olarak bilinen Demirtaş mahallesinden…

Onu, 1980 Faşist darbesinde, askeri cezaevinde tutuklu iken tanıdım.

Bedenini, yarım kol iki demir koltuk değneği ile taşıyor…

Engelli bir insanı çok genç yaşına rağmen gözaltına almalarına çok şaşırmış, çok üzülmüştüm…

İşkencelerden sonra getirildiğim bu cezaevinde, Hüseyin Sisligil’in işkence görmüş olacağını düşünmek dahi istemiyordum. Bırakın işkence yapılmasını, bu koşullar altında tutulmasını ‘bir insanlık suçu’ olarak görüyordum…

Zamanla onu tanıdım. Devrimci kişiliğinden ödün vermeyen, komininden ayrılmayan, elinden sazını düşürmeyen, özellikle geceleri çaldığı devrimci ve özgün halk türküleriyle, karanlıkta kafalarımıza askeriyenin keçeli battaniyelerini çekip düşünceye salan, cezaevi ozanımızdı…

Zaman içinde cezaevinde hepimizin sevgilisi oldu!

Onun cezaevinde yaşama direnci, çoğumuza örnekti…

Hepimiz çocukluktan yeni çıkmış, bıyıkları terlemiş, en büyüğümüz 30’nu bile geçmemişti!

Cezaevimiz 60 kişinin yattığı bitişik nizam 4 koğuştan ibaretti. Darbe öncesi disiplin suçu işleyen askerlerin hapsedildiği, bahçesi tel örgüyle çevrili deniz manzaralı yatak palastı.

Hüseyin, önemli günlerde sazının eşliğinde söylediği türkülerle askerlerin dikkatini üzerimize çeker, çoğu zaman cezaevi basılırdı…

Bizim koğuş cezaevinin ilk girişinde idi.

Ben ve Ali Çolak, mahalleden Atilla, Cemal, Veli, Kenan ve Kaya  çocuğumuzla, aynı koğuşu paylaştık.  

Zaman zaman koğuşumuza yeni gelenleri de alırdık. (Merhumlar: Tarsus Eski Belediye Başkanı Derviş Sefa Özşenoğlu, Dr. Yüksel Burgutoğlu…)

Mazhar Uyan, namıdiğer Kızıl Hoca!

Nurettin Gelen, Kemal Kanat TKP’nin ender yetiştirdiği güzel insanlar.

Kurtuluş’tan Tahir Tosunoğlu, Önder Kalaycı, Dev-Sol’dan İtfaiyeci Tahir

Dev-Yol’dan Mehmet Akar, namıdiğer Arap Faruk, Hasan Togay, Rahim Öngel, Maliyeci Hüseyin Dede, Veli, Doğan Durdu, Adliyeci Orhan Gönül, Belediyeden Mahmut,

Necdet-Mahmut- Necati Emgili kardeşler…

Daha adını anımsayamadığım onlarca;

hepsi birbirinden değerli inançlı devrimciler…

Hepimiz aynı havayı soluduk!

Hemen hemen aynı işkenceleri gördük…

Kızıl Hoca Mazhar Uyan, Nurettin Gelen, Necdet Emgili başka koğuşlarda yatan bu üç arkadaşımız koğuşumuzun müdavimleriydi.

Kafa yapmada uyuştuğumuz için her gün bizim koğuşun ranzalarında vakit geçirirdik.

Nurettin Gelen, Necdet Emgili, Veli Uçan ve Ben, geçmeyen saatlerimizi, damardan şarkı ve türkülerle yakardık!

Veli yanık sesiyle Müslüm’den güzel parçalar söylerdi.

Biz susardık, Hüseyin Sisligil sazıyla her gün çaldıklarını yinelerdi!

Zamanla dışarıya olan özlemimizde artıyordu.

Dayanılmaz hal alan yüreğimiz yanıyor,

dışarıdan haber alamadığımız sevdiklerimiz için üzülüyorduk!

Birgün askeri cezaevinden ayrılacağımız günlerin yakın olduğunu, sivil gardiyanlarımız, Bedir, Hasan ve Yasin Baba’dan öğreniyoruz.

15 ay süren Askeri Cezaevi günlerimiz sona erecekti.

Nihayet yeni yapılan Mersin E Tipi Tutuklu ve Hükümlü Cezaevi’ne

buruk bir şekilde  naklediliyoruz.

Cezaevinin ilk müşterileri biz oluyorduk.

O kadar çok demir parmaklıklar var ki ruhumuz daralıyor.

Saçlarımız makinaya vurulup, resimlerimiz çekildikten sonra,

Tek tip elbiselerimizle, koridorlardan geçirilip, D Blokta, altı yemekhane, tuvalet-banyo olan üst kattaki koğuşumuza yerleştiriliyoruz.

Buraya alışmak zor, içimiz burkuluyor.

Küçük pencereleri tavana yakın.

Havalandırma bahçesi, günde ancak yarım saat bizim, bahçeden sadece gökyüzünü görebiliyorsun.

Çoğu zamanımız yine koğuşta geçiyor.

Ben ve Mazhar Hoca, kapının hemen girişinde iki katlı ranzada kalıyoruz.

Ben alt katta yatarken, üst kat cezaevi yatma sıkıntısı olan Mazhar Hoca’ma bırakıyorum.

Ranza komşuluğunda, herkes bitmeyen devrimci anılarını, aile ve sevdikleriyle geçen zamanlarını anlatır günü uykuya dalıncaya kadar kurtarmaya çalışırdık...

Kızıl Hoca Mazhar Uyan, hepimize güzel vakit geçirten sohbetlerinde; ‘Bir gün bende buradan çıkıp bir köşeyi tutacağım. Masamı koyup, hayatımı yaşayacağım’ sözlerini dinler birlikte gülümserdik…

Cezaevi yaşamını unuttuğun tek zaman uykudan geçen zamandır.

Rüyalarında hep dışarıyı, sevdiklerini görürsün.

Bu yüzden uyuyabilirsen şanslısın…

Uyumak bize terapi gibi gelirdi.

Bu yüzden uyuyuncaya kadar, kafamızın içini, dışarıda yaşıyormuş gibi anılarımızla doldururduk…  

Sabahlara kadar kâğıttan satranç oynardık!

Kendimizi sohbete verirdik.

Kah dertlenir, kah yüreklenir, kah gülerdik!

Hüseyin Sisligil sazı ve güzel sesiyle bizim cezaevi yaşamımızın fon müziği olurdu.

Yine Hüseyin’in peş peşe çaldığı ve söylediği devrimci şarkılara, koğuş olarak hepimiz eşlik ediyoruz.

Ağzımızdan,

Karlı kayın ormanında türküsü dökülüyor:

“...Memleket mi, yıldızlar mı?

Gençliğim mi daha uzak?

Ne ölümden korkmak ayıp

Ne de düşünmek ölümü…”

Bir gürültüyle mazgal açıldı!

Mazgaldan bana seslenen,

Askeri cezaevinde de gardiyanımız olan Bedir Gardiyan’dı!

Bedir Gardiyanın geldiğini öğrenince Hüseyin, sazının teline daha çoşkulu vurmaya sesini yükselttikçe yükseltmesine, eşlik edenlerinde sesleri karışmıştı.

Bedrettin Gardiyan, Mardinli, hoş şiveli, güzel sohbetleri olan adeta bize mahkum gibiydi. İçimize girer ya da demir kapının ardından bizlerle sohbet ederdi.

Zamanla hiçbir isteğimizi kırmayan, yiğit bir arkadaşımız olmuştu…

Mazgaldan beni uyardı!

“Vahap arkadaşlara söyle sussunlar!

Ellerinde su boruları olan 80’ne yakın gardiyan koridorda bekliyor.

Susmazsanız içeri dalıp hepinizi dayak manyağı yapacaklar.

Hücrelere atacaklar…”

Arkadaşlarımın yanına gelerek, Bedir Gardiyanın sözlerini aktardım.

Ben ve Mazhar Hocanın dışında herkes Hüseyin’e daha kuvvetli eşlik ederek ‘gelsinler direniriz!’ dediler.

Mazhar Hocam’la ranzamıza geçip, durumu değerlendirdik.

Hoca, ‘eğer bunlar girerse bizi felç ederler. Vahap, Bedir seni korur. Sakın beni gardiyanlara bırakma’ dedi.

Alt katın kapısının açılmasıyla, gürültülü ayak seslerinin üst katta yankılanması, ellerinde su borusu gardiyanların içeri dalması an meselesi oldu. Borular üzerimizde patlıyordu. Aşağı indirilirken, beni gören Bedrettin Gardiyan, üzerime siper olup, gözü dönmüş gardiyanlardan kurtardı.

Mazhar Hoca, gardiyanların omuzlarında elden ele adeta uçarak gidiyor.

Bedir gardiyana, Mazhar’ı gösterdim.

‘Onu da kurtar!’

“Bir bakim kurtarabilirsem alır, getiririm.” dedi.

Öyle de yaptı.

Mazhar Hoca da Bedir gardiyan sayesinde;

azgınlaşmış gardiyanların elinden kurtuldu.

Diğer arkadaşlarımıza ne mi oldu?

Ölen olmadı ama koridorlar mahşer yeriymiş!..

Huseyin Sisligil

Hüseyin Sisligil, Avukat eşiyle çok mutlu bir yaşamı vardı.

Antalya’da yaşıyor.

Kızıl Hoca Mazhar Uyan,

Şimdi torunlarıyla çok mutlu.

Tahliye olduktan bugüne kadar,

Hala bir köşe tutup masasını koyamadı.

Nurettin Gelen, önce tuhafiyecilik, sonrasında taksicilik yaptı.

Bir kızını kaybetti.

Hala aynı mütevazi devrimci.

Kemal Kanat, cezaevinde hepimize taştan el işleri öğretenimizdi. Aramızdan ebediyete erken yolcu ettik.

Ali Çolak, emlakçılık ve dericilik yaptı.

Zengin oldu.

Arkadaşlarından kaçtı…

Hepimizin güvendiği Hasan Togay, CHP siyaseti yaptı. Bir dönem Yenişehir Belediye Meclis üyesi oldu.

Rahim Öngel, gözaltında gördüğü büyük işkenceler onu yaşamdan erken koparttı.

Arap Faruk, hepimiz onun milletvekili olması için yoğun çaba gösterdik. Ama olmadı. Yıllarca CHP İl Başkanlığı yaptı.

Bizlerle ilişkisi hala devam eder.

Tahir Tosunoğlu ve Önder Kalaycı cezaevinden çıktıktan sonra yurt dışına iltica etti.

Her ikisi de şu an çok iyiler.

Tahir Abimizi zaman zaman Mersin’e geldiğinde görürüm.

Orhan Gönül de Almanya’ya gitmişti.

Birkaç kez görüştük. Sonra haber alamadım.

Hüseyin Dede, güleç adam. Onu yakın zamana kadar gördüm.

İtfaiyeci Hıdır, tutuklu iken hastalandı.

Çıktıktan bir süre sonra öldüğü söylendi.

Mahmut-Necati Emgili kardeşler sevdikleriyle evlendi.

Mersin’de mutlu yaşamları var.

Necdet Emgili, onu bugüne kadar bir kez gördüm.

İstanbul’a gitmiş.

Şimdi ne yapıyor. Nasıldır bilmem.

Cemal Karakaya, tüm arkadaşlarının ona verdiği siyasi desteği anlamayınca rüzgarda saman gibi savruldu.

Gülen yüzüyle sevdiğimiz Kenan Palamut, uzun süre çiçekçi dükkânı çalıştırdı.

Şimdi emekli…

CHP siyasetinden hiç kopmadı.

Atilla Ballıkaya, önce Mersin’de sonra Adana’da yüncü dükkanı açtı. İnsanlar onu yiğitliği ve güler yüzüyle tanımaya devam ediyor.

Veli Uçan, hepimizin canı. Sevdiğimiz güzel çocuğumuz, restoran ve birahane açtı.

Oğlu ile hala çalışarak yaşamını sürdürüyor ve sosyal demokrat siyasetin içinde…

(Cezaevindeki güzel insanların anısına)