Dünyamızı, gündüz güneşin gece ayın ve yıldızların aydınlattığı çağlarda, Ege kıyısında küçük bir adada küçük bir krallık varmış. Kral bu adayı eşiyle birlikte yönetirmiş. Halk geçimini balıkçılık ve hayvancılıktan, suyunu kayaları oyup yaptıkları sarnıçlardan sağlarlarmış. Adaya bazen küçük sallarla nereden geldiklerini bilmedikleri insanlar gelirmiş. Onlarla takas usulü alışveriş yaparlarmış. Bu adanın kuzeyinde kahverenginin her tonunu barındıran pırıl pırıl, heybetli ve sarp bir kaya varmış. Kral bir gün bu kayanın karşısına geçip; ‘’ Bana halkımın ve Ada'mın sesini duyuracaksın.’’ demiş. Kaya şaşırmış! ‘’Nasıl yani?’’ demiş. Kral, ‘’ Gayet kolay, sana gelen tüm sesleri bana yansıtacaksın.’’ demiş. Kaya, ‘’Tamam’’ demiş. Kral oturduğu saraydan uzun yıllar bu kayadan yankılanan güzel sesleri duymuş.
Yıllar geçmiş, adada yaşayan insanlar çoğalmış. Adadaki kaynaklar orada yaşayanlara yetmez olmuş. İnsanların mutsuzluğu kayaya, kayadan da krala yansımaya başlamış. Kral duydukları karşısında çaresiz ve bir o kadar da mutsuzmuş. Bir gün kayaya demiş ki, ‘’ Sana gelen kötü sesleri yut, beni mutlu edecek sesleri gönder.’’ Kaya, ‘’Hayır bunu yapamam.  Siz bana tüm sesleri duyur demiştiniz.’’
Bunun üzerine kral kızıp kayayı yıktırmış…
İnsanların birçoğu adadan kaçmış.  Kral, sadece ailesi, çevresindeki bir kaç insan ve korumalarıyla  kalmış ve daha mutsuz bir yaşam başlamış. Bu duruma çok üzülen kral, bir süre sonra halkını  geri çağırarak,  "Halkımın iyi kötü her türlü sesini duymak istiyorum. Bunun için yıktırdığım kayanın yerine bir amfi tiyatro yapacağız.’’ demiş…
  İnsanlığın varoluşundan beri sanat hep olmuştur. Sanat fark etmektir, fark ettirmektir. Doğayı-doğallığı, iyiyi- kötüyü, güzelliği-çirkinliği, yoksulluğu-zenginliği, üretimi-tüketimi, mutluluğu-hüznü kısaca yaşamı fark etmek ve ettirmektir.
İnsan aslında gözüyle değil, ruhuyla, beyniyle görmek istediğini görür. Herkes kendi çapında sanatçıdır. Yaşamak ve yaşamın temel gereksinimlerinden olan ; giyinmek, barınmak, beslenmek ve konuşmak sanat ister. Bazıları bu sanattaki rollerini bilinçli ve hazırlıklı oynar, bazıları doğaçlama oynar, bazıları da öğretildiği gibi oynar.
Sanat, insanların gelişimi esnasında karşılaştığı nesneleri sembolize etmeleri, sesli düşünmeleri ve dil olarak karşılık vermeleriyle sürekli gelişmiş ve koca bir çınar ağacı gibi dallara ayrılarak büyümüştür.
Sanat aslında içinden çıktığı toplumların ve o toplumların o zaman dilimlerindeki yaşamlarının yansımasıdır. Sanatın evrensel özelliğinin yanında otantik özelliğinin olduğu da bir gerçektir. Bir toplumun güldüğüne, üzüldüğüne ve duyarlılık gösterdiğine başka bir toplum aynı tepkiyi vermeyebilir.
Sanatın ve sanatçının içinde yaşadığı kentin, ülkenin, dünyanın güncellerine duyarsız kalması mümkün değildir. Sanat ve sanatçı toplamların gözü-kulağı yani duyu organlarıdır. Algılarını eliyle, diliyle, vücut diliyle, kalemiyle, görselleriyle yansıtmaktadırlar. Sanatçılar özgür olmalıdırlar. Zaten özgürlüğü severler. Bastırılmış, yön verilmeye çalışılmış bir sanat gerçek gözlemlerin yansıması değildir.
Sanat ne kadar insanla buluşursa o kadar çok kök salar, beslenir ve meyve verir. Sanat ağacının meyvelerinden çok insan yararlanmalıdır.