Genel olarak toplumsal şiddet, öyle göründüğü kadar basit bir olay değildir. Çok sayıdaki değişkenden etkilenen, çok yaygın ve karmaşık bir toplumsal sorundur. Kökenleri, insanlık tarihi kadar eskidir. Şiddet olgusu, İnsanlık tarihinin her döneminde hem toplumların ve hem de teker teker bireylerin yaşamlarını her zaman çok yakından ilgilendiren bir fenomen olmuştur. Bu nedenle, çeşitli bilimsel araştırma ve incelemelerin konusu yapılmıştır. Yapılan bu bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya konulan kimi kuramlara göre, şiddetin asıl kaynağı sınıflı toplum yapısıdır. Sınıflı toplumlar, kişiler ve sosyal kurumlar arası ilişkilerin fiziki ve maddi güce dayandığı, büyük balığın küçük balığı yuttuğu, güçlünün zayıfı ezdiği ergil toplumlardır. Ancak toplumsal şiddet, 18. Yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen Sanayi Devriminden sonra uygulanan vahşi ve denetimsiz kapitalist ekonomik sistemin uygulandığı toplumlarda biçim değiştirmiş, yaygınlaşmış ve sistemli bir hale gelmiştir. Günümüzde, sosyal hukuk devleti ilkelerinin güçlü bir şekilde uygulanmadığı, insan hakları kavramı ve bilincinin yeterince gelişmediği, yoksulluğun, cehaletin ve kısas hukukunun yaygın olduğu az gelişmiş toplumlarda şiddet olgusuna daha çok rastlanmaktadır. Şiddetin, başta biyolojik, sosyal psikolojik, toplumsal, kültürel, siyasal ve eğitsel olmak üzere çok çeşitli nedenleri vardır. Ancak bütün bu nedenler, şiddet olgusunu belli oranlarda belirlemektedir. Toplumsal şiddet olgusunu belirleyen asıl ve en temel unsur ise, o ülkenin ekonomik yapısıdır. Kimi sosyal bilimcilere göre toplumsal şiddetin temel kaynağı, bir ülkedeki gelir ve servet dağılımı arasındaki dengesizlik ve bozukluklardır. İster gelişmiş ister gelişmemiş olsun, hiçbir ülkede toplumsal şiddet tamamen yok edilemez. Sıfır düzeyine indirgenemez. Bu nedenle, şiddetle mücadelede ulaşılmak istenen nihai hedef, toplumsal şiddetin kabul edilebilir en asgari düzeylere indirilmesidir. Bunun için de öncelikle, o toplumdaki gelir ve servet dağılımı düzeltilmeli, nispeten dengeli ve adaletli bir hale getirilmelidir. Yoksa, yalnızca polisiye önlemlerle, eğitsel, kültürel ve hukuksal girişimlerle toplumsal şiddeti önlemek pek de olanaklı değildir. Günümüzde, özellikle Birleşmiş Milletler Örgütüne üye devletlerde, gelişmiş batılı demokratik ülkelerde ve çağdaş yaşam biçimini benimsemiş uygar toplumlarda, genel olarak şiddetle ve özel olarak da kadına yönelik şiddetle mücadele özel bir önem kazanmıştır. Bu kapsamda şiddet, çeşitli biçimlerde sınıflandırılarak türlerine ayrılmakta ve o şekilde incelenmektedir. Esasen; “başkasını öldürmek, sakat bırakmak ya da yaralamak yoluyla zarar vermek, bu tür eylemlerle başkasına karşı tehdit oluşturmak ve kısacası insana fiziksel ve ruhsal zararlar vermek suretiyle yapılan her türlü eylem” olarak tanımlayabileceğimiz tek bir şiddet olgusu vardır. Bu şiddet olgusu, bazı durumlarda zamana ve ortama göre biçim ve hedef değiştirmektedir. İşte bu özelliği nedeniyle şiddete; genellikle, biyolojik şiddet, ekonomik şiddet, toplumsal şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet, özel şiddet ve kollektif şiddet gibi adlar verilmekte ve çeşitli alt basamaklara ayrılmaktadır. Bu şekilde ele alınıp ayrıca incelenen şiddetin alt basamaklarından birisi de “kadına karşı şiddettir.” Günümüzde, tüm dünya ülkelerinde “kadına karşı şiddetle mücadele” ön plana çıkmıştır. Son yıllarda, ülkemizde de çok yaygın bir şekilde görülmeye başlayan kadına karşı şiddet olgusu nedeniyle çeşitli araştırma ve incelemeler yapılmakta ve istatistiki çalışmalar yürütülmektedir. Bu kapsamda yapılmış olan bazı istatistiki çalışma sonuçlarına göre; dünyada bugün yaşayan her üç kadından biri, yaşamının belli dönemlerinde fiziksel şiddete uğramıştır. Her 6 dakikada bir kadına tecavüz edilmektedir. Irak’ta savaşın ilk aylarında 20 bin kadın tecavüze uğramıştır. ABD’de her yıl 4 milyon kadın şiddet görmektedir. Türkiye’de ise her 10 kadından 4’ü fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Yalnızca 2022 yılı Ekim Ayı sonuna kadar 280 kadın cinayeti işlenmiştir. Bu sayı her geçen gün daha da artmaktadır. Kadınları, nispeten de olsa şiddete karşı koruma işlevi gören “İstanbul Sözleşmesi”nin yürüklükten kaldırılmasıyla birlikte kadınlarımız şiddete karşı daha az korunur hale gelmişlerdir. Görüldüğü gibi kadına karşı şiddet kültürü, azalacağı yerde, dünyanın her yanında olduğu gibi ülkemizde de artmaya devam etmektedir. Bu nedenle, kadına şiddetle mücadele amacıyla bazı demokratik kitle örgütleri, dernek ve vakıflar kurulmuştur. Bu örgütlerce, şiddet karşıtı toplumsal duyarlılıkları geliştirmek ve özellikle de kadına karşı şiddetle mücadele bilinci oluşturmak amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Düzenlenen bu etkinliklerin en başında kuşkusuz, son yıllarda bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ön plana çıkarak önem kazanan ve özellikle Mirabal Kardeşlerin anılarını yaşatmak amacıyla ilan edilmiş olan “25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü” etkinlikleri gelmektedir. Bilindiği gibi 25 Kasım günü; 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’ni katı bir diktatörlükle yöneten faşist Rafael Trujillo Hükümet'ine karşı ezilenlerin verdiği büyük mücadelede simge haline gelmiş olan Mirabal Kardeşlerin tecavüz edilerek acımasızca öldürüldüğü kapkaranlık bir gündür.
Mirabal Kardeşler
Mirabal Kardeşlerin böylesine insanlık dışı, vahşi bir cinayetle katledilmesini isteyen Faşist Albay Rafael Trujillo, 1930’da yaptığı askeri bir darbeyle Dominik Cumhuriyeti’nin 35. Başkanı Horacio Vasquez’i devirerek ülke yönetimine el koymuştur. Dominik Cumhuriyeti’ni 31 yıl boyunca katı bir diktatörlükle yönetmiştir. Bürokrasideki yüksek makamlara yakınlarını getirmiş ve siyasi karşıtlarının çoğunu öldürtmüştür. Faşist Trujillo, bütün diktatörler gibi halkına baskı ve zulüm yapmıştır. Acımasız ve zalim bir korku imparatorluğu kurma işine girişmiştir. Kendisine karşı çıkanları ya tutuklatmış ya da faili meçhul cinayetlerle yok etmiştir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi askeri istihbarat servisine kurdurttuğu “40” adlı hapishanede muhaliflerine işkence yaptırmış, birçoğunu elektrikli sandalyede öldürtmüştür. İktidarı döneminde 50 bin kişiyi öldürttüğü tahmin edilmektedir. Mirabal Kardeşler ve eşleri, Trujillo diktatörlüğüne karşı “Clandestina” isimli gizli bir örgüt kurarak bu faşist yönetime karşı insan hakları, demokrasi ve özgürlükler mücadelesini başlatmışlardır. Zamanla bu mücadelenin simgesi haline gelen bu kadınlar, diktatörlük tarafından defalarca tutuklanmışlardır. Mal varlıklarına dahi el konulmuştur. Bunlarla yetinmeyen Trujillo, halka açık bir konuşmasında “Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabal Kardeşlerdir” diyerek Mirabal Kardeşleri hedef göstermiştir. Bu konuşmasından sadece 23 gün sonra, 25 Kasım 1960’da hapishanedeki eşlerini ziyaretten dönen Mirabal kardeşlerin arabasını yolda durduran elleri sopalı Trujillo militanı sapık katiller, arabadan indirdikleri kardeşlere önce tecavüz etmişler sonra da onları uçurumdan aşağı atarak öldürmüşlerdir. Bu olay resmi kayıtlara “trafik kazası” olarak geçirilmiştir. Mirabal kardeşlerin, vahşice öldürülmelerinin ardından Trujilo, kendisine yönelik mücadelenin bittiği sanısına kapılmıştır. Oysa, Mirabal kardeşlerin vahşice ölümü, aslında faşist diktatörün kendi sonunu hazırlayan sürecin de başlangıcı olmuştur. Mirabal kardeşlerin ölümünden sonra halk, bu korkunç olayın bir kaza olmadığının farkına varmıştır. Cesetleri, ülkenin kuzeyinde bir uçurumun dibinde bulunan 3 kadının, bu iş için özel olarak görevlendirilmiş trujillo yanlısı faşist katiller tarafından öldürüldüğünün ortaya çıkması üzerine Dominik Cumhuriyeti’nde dikta rejimine karşı büyük kitlesel eylemler başlamıştır. Bu eylemlerin örgütlenmesine Mirabal kardeşlerin kurdukları “Clandestina” örgütü öncülük etmiştir. Bu örgüt ayrıca, direnişin ülke geneline yayılmasını sağlamıştır. 31 yıl boyunca ülkesini baskı ve zulümle yöneten Trujilo, gösterilerin ve protestoların önünü bir türlü alamamıştır. Faşist Trujilo, Mirabal kardeşlerin ölümünün üzerinden bir yıl geçmeden 1961 yılında uğradığı bir suikast sonucunda öldürülmüştür. Diktatörlüğün yıkılmasını sağlayan ve bunu hayatlarıyla ödeyen üç kız kardeşin yaşamları ve mücadeleleri hiç unutulmamış, adeta bir efsaneye dönüşmüştür. Ünlü Dominik asıllı Amerikalı şair ve romancı Julia Alvarez’in 1994 yılında yazdığı “Kelebekler Zamanında” adlı romanda Mirabal kardeşlerin yaşam öyküleri anlatılmaktadır. Bu roman aynı zamanda filme de çekilmiştir. 1981 yılında, Dominik Cumhuriyeti’nde toplanan Güney Amerika kadın çalıştayı, Mirabal kardeşlerin öldürüldüğü gün olan 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir. Daha sonra 1999 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da 25 Kasım gününü “Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü” olarak kabul ve ilan etmiştir. İşte, dünyanın her yerinde 25 Kasım günü bir araya gelen kadınlar; kadına yönelik şiddetin yok edilmesi için çeşitli kitlesel gösteriler yapmakta ve Dominik Cumhuriyeti’nde faşizme ve diktatörlüğe karşı mücadelenin simgesi haline gelmiş olan bu üç efsane kadını anmaktadırlar. Sonuçta Mirabal kardeşler, verdikleri mücadelenin ve onurlu duruşlarının bedelini canlarıyla ödediler. Ancak, isimlerini de uygarlık tarihinin ölümsüzleri listesine altın harflerle yazdırdılar ve anıtlaştılar. Bu nedenle, hiçbir zaman unutulmayacaklardır. Dünyanın her yerinde, her türlü şiddete karşı kitlesel dayanışma ve özgürlük mücadelesi verenlere örnek ve önder olacaklardır. Manevi varlıklarıyla sonsuzluğa kadar yaşayacaklardır. Bir ülkede kadına karşı şiddetle mücadele; yalnızca kadınların sorunu değildir. Bu sorun aynı zamanda, o ülkedeki çağdaş yaşama biçimini benimsemiş, özgürlükçü demokrasiyi, eşit yurttaşlığı, bilimsel aklı ve laikliği içselleştirmiş tüm toplum kesimlerinin de ortak sorunudur. Bu nedenle, ülkesinin çağdaşlaşması ve uygarlık yolunda ilerlemesi idealini benimseyen herkesin bu mücadeleye omuz vermesi ve destek olması gerekmektedir. 25 Kasım “Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü” tüm dünyada şiddete karşı mücadelenin yükseldiği ve şiddetin geriletildiği bir gün olsun.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL