Thomas A. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı çalışmasında paradigmayı şöyle tanımlar; paradigma, verili bir grup üyelerinin ortak tekniklerini kabul edilen değer ve inançlarının bütününü temsil eder.Paradigma, bilim adamları ve düşünüler topluluğu üyelerinin benimsedikleri bir dünya görüşüdür. Bilimsel dönüşümler nedeniyle bu görüş değiştiğinde, bilim adamlarının içinde yaşadığı dünyada değişir ve şeyleri başka bir şekilde görmeye başlarlar. Yani yeni bir bakışla paradigma değişimi bu takım yıldızından diğerine geçmek gibidir. Çünkü şeyler yalnızca farklı olarak görülmekle kalmaz, tepkilerimiz bile farklı olarak ifade budur. Bilimsel devrimden önce bilim adamı için örnek olan şey tavsiyeye dönüşmektedir. Yukarıdan bakılan bir kutunun dışı olarak görünen şey, aşağıdan bakılan bir kutunun içi olarak görülmektedir. Bundan dolayı her paradigma değişiminin beraberinde görsel agılamada da bir dönüşüm olur. Örneğin Kopernik Kuramını savunan bir bilim adamı Ay’a bakarken ‘’eskiden bir gezegen görüyordum şimdi bir uydu görüyorum’’ demez, ’eskiden Ay’ı ‘’bir gezegen zannediyordum,yanılıyormuşum’’, der.(1)
Gelenk-modernite tartışmalarına faklı perspektiflerden bakılsa da,somut olan şey, bir paradigmadan (gelenekten) diğerine (moderniteye) bir paradigma değişiminin olduğu gerçeğidir. Başka bir ifadeyle, değişimde geç kalan ile değişenin ontolojik anlamlandırma çabası.
Daryush Shayegan’ınYaralı Bilinç adlı kitabında belirtiği gibi, ’geçkalmış’’bir bilinç, hala mitoslara ve ilk gerçekliklere yakın olan bilinç demektir.(2)
Geciken Doğu, ilerleyen Batı’dır.
Daryush Shayegan Doğu’nun modernite gecikmesini değerlendirirken ‘’tarihte tatil’’ kavramını kullanır ve özellikle Asya ve İslam dünyasının 17.ve 18.yüzyıllarındaki durgunluğu için yerinde bir tespitle devam eder;17. yüzyıl yenilik olarak Dekartçı yöntemin hâkimiyeti altında olurken, 18. yüzyıl aydınlanma ve eleştirici çağı olmuştur. Metafizik ikicilikte özgür vicdanın özel alanı ile mutlakıyetçi iktidarın kamusal alanına siyasal olarak yansır. 18. yüzyılda iktidarı denetleme sırası özel alana gelecek, ahlaki siyasetle zıtlaştıran diyalektik çelişkiler gözlerle önüne serilecektir. Burada da bu bunalım fikri çıkacak ve iktidara ahlaksallaştırma denemeleri bilinen devrimli ideolojisine varacaktır. Bütün bu hareketler, ilk başlardaki hamlelerin ortasına ilerleyen Asya uyguladıklarının gözünde kaçmıştır. Yaratıcı hamleleri soluksuz kalmaya başlamış ve tam da bu dünya tarihinin yerinden oynatan bu büyük altüst oluşların şafağında durmuştur. Üstelik Asya uyguladıkları 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar bu altüst oluşlara direnmişlerdir.(3)
Gelenekten-moderniteye ilerlemede, modernitenin tarihin patikalarında arkada kalması, gecikmesi, geleneğin moderniteye direnmesindedir. Edgar Morin modernitenin bu tarihsel gecikmesini;’’‘’Kolektif ruhun bodrum katından gelen bilinç ile tarihteki başkalaşımların ortaya çıkardığı fikir arasında gecikme yer almaktadır’’,sözleriyle açıklar.(6) Gerçekten bu gecikme, sergilenme biçimleri, kökten karşıt olan iki bilgi dizgesinin çakışma noktasındadır. Bir yanda mitos sulandırılmakta, tarih seviyesine düşürülmekte, nedensellikler ve belirlenmeler aranmaktadır. Öte yanda dikeylik, özdeşleşme ve tözleştirme eğilim vardır. Rasyonel düşünce, görüntü ile gerçeğe ayırt etmektedir. Mitolojik düşünce ise, gerçeklik ve gerçekliğin görüntüsünü örneksemeli ve simgesel olarak birleştirmekte, kendi görüntülerini şeyleştirmekte, kendi icat ettiği kişi ve olaylara karşı bir vücut ile gerçek bir hayat vermekte, onlara kendi zamanında, kendi mekânda yer vermektedir ki, bu zaman ve mekân hem bizim varlığımızdır hem de değildir.(7)
Tarihsel süreç, hangi perspektiften bakılırsa bakılsın, modernitenin gelenek karşısındaki direnci bir ‘’meydan muharebesi’’dir.Ancak modernite bu meydan muharebesinde bir şekilde geleneğe sızacaktır.Bu sızma,Shayegan’ın da Yaralı Bilinç’te belirtiği gibi;bilinçli bir düşüncenin sonucu olmamıştır: İnsan biilimleri,onları doğuran süreç içsel olarak yaşanmadan edinilmiştir.Bu eksik halkanın doğurduğu sonuçlar vahimdir. İçsel olarak değişmemiş olmasına ötürü bilinen Modernliğe ‘’geç kalmış’’ olmasıyla durum daha da vahimleşmektedir. Modernlik böyle yaşandığında bilinci aydınlatmak yerine bulanlıklaşmaktadır. Üstelik bilinç hala gönüllü gözüyle görme paradigmasının etkisi altındadır.
Tarihsel süreçte ortaya çıkan modernlik, kökleşmiş öf ve alışkanlıkların ağır kütlesine de yansıyan ve neredeyse değişmez olan bir gerçeklik-ötesine takılır kalır. Bu kökleşmiş örf ve alışkanlıklar, o zihinsel alanın toplumsal bir billurlaşmasından başka bir şey değildir. Her tür yeniliğe karşı duyarsızlıkları da bundan gelir. Bunun hakkında Pérez-Galdoz şöyle bir tespit yapar. Düşünce dizgesinde doğru fikrin yanlış fikir karşısındaki anlık zaferine tanık oluyoruz. O zaman fikrin öfkelere karşı da öylesine çabuk zafer kazanacağını sanıyoruz. Oysa öfkeleri zaman yaratmıştır, tıpkı sabırla ağır ağır dağları yarattığı gibi; onları yalnızca zaman günler boyunca çalışarak yıkabilir. Dağlar süngü darbesiyle devrilmez.(8)
İslam dünyası, Avrupa'daki üç büyük olaya, (deniz yollarının açılması, Rönesans ve Reform), tamamen yabancı kalmıştır. Zaten yeni zamanların modernliğini kuran da bir bakıma bu üç olay olmuştur. Rönesans ve onu takip eden olağanüstü tecessüs batıyı diğer kültürleri edinmeye itti ve böylelikle kapalı dünyasını sonsuz bir evrene dönüştürdü. Doğanın Galileo tarafından matematikleştirilmesi, doğa bilimlerinin ortaya çıkışını, bunun sonucunda da savaş silahlarının yetkinleştirilmesini ve denizciliğin gelişmesini olanaklı kıldı. Bu sırada Reform, Ortaçağ toplumlarını Kilise’nin boyunduruğundan kurtardı ve merkezi iktidarın güçlenmesine yani mutlakiyetçiliğin kurulmasına neden oldu. (4)
Benzeri görülmemiş bu gelişmenin bizdeki sonuçları neler oldu acaba?
Osmanlı İmparatorluğu'nu vuran üç darbe oldu. Bu üç darbe, Bernand Levis'e göre şunlardır. Osmanlıların 1774'te Rusya'ya yenilmesi ve bunun Ruslara siyasal, ticari ve toprakla ilgili avantajları sağlayan Küçük Kaynarca Anlaşması ile son bulması, 1783'te Kırım'ın Ruslar tarafından ilhak edilmesi, kültürel etkinliklerinden dolayı en önemlisi de 1798'de Bonaparte'nin Mısır Seferi.(5).
Bu gelişmelerden üçüncüsü, yani Bonaparte’nin Müslüman coğrafyaya seferleri aynı zamanda Fransız Devrimi’nin yeni ilkelerinin yayılmasına neden olmuştur. Yazının başında vurguladığım gelenekten-modernliğe paradigma değişmesini tetikleyen tarihsel itkiyi bu sürece bağlamayı uygun buluyorum. Bonaparte’nin askerleriyle Aydınlanma’yı Müslüman topraklara taşıdığının farkın olup olmadığı bir tarafa,bu gidiş;Hristiyan dünya ile Müslüman dünyası arasındaki düşünce ve davranışlarını derinden etkileyen ilk Avrupa düşünce hareketiydi.(9)Paradigmanın değişmesi önemli ölçüde Fransa devriminin eseridir.
(1).Thomas S.Kuhn.Bilimsel Devrimlerin Yapısı.Türkçe.çev.NiliferKuyaş.Alan Yy.)
(2).Daryush Shayegan.YaralıBilinç.Metis Yay.s.69
(3).Daryush Shayegan.YaralıBilinç.Metis Yay.s.46
(4).Daryush Shayegan.YaralıBilinç.Metis Yay.s.28
(5).Daryush Shayegan.YaralıBilinç.Metis Yay.s.29
(6).DaryushShayegan.YaralıBilinç.Metis Yay.s.71
(7).Daryush Shayegan.YaralıBilinç.Metis Yay.s.71
(8).Daryush Shayegan.YaralıBilinç.Metis Yay.s.71
(9).Daryush Shayegan.YaralıBilinç.Metis Yay.s.29