Kimilerince 100 Yılın seçimi olarak nitelendirilen 14 Mayıs seçimlerine şunun şurasında 15-16 gün gibi kısa bir süre kaldı. Klasik bir şekilde ifade edersek, sandıkların kurulup 13. Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili genel seçimlerinin yapılması için geriye sayım başladı. Özetle belirtmek gerekirse toplum olarak yine, pek çok ilklerin yaşandığı ve bir hayli ilginç özellikleri olan gerilimli bir seçim sürecine daha girmiş bulunuyoruz. Tabii seçimler söz konusu olduğunda bizler; nevi şahsına münhasır bir toplum olarak, gelişmiş batılı toplumlardan farklı, kendine özgü ve özgün bir takım değişik refleksleri olan bir toplumuz. Bu reflekslerin en başında toplumsal olarak seçimlere odaklanmamız geliyor. Yani her işimizi seçimlere endeksliyoruz. Gözümüz seçimlerden başka hiçbir şeyi görmüyor. İşi gücü bırakıyoruz. Adeta, yapılacak her işimizi seçimler sonrasına erteliyoruz. Şimdilerde ise işte yine, aynen böyle bir alaturka seçim sürecini yaşamakta olduğumuzu söyleyebiliriz. Tabii günümüzde Birleşmiş Milletlere üye, temsili demokrasinin uygulandığı 300’den fazla ülkede de seçimler yapılıyor. Elbette ki her ülkenin gelişmişlik düzeyi, demokrasi kültürü, tarihi gelişimi ve ihtiyaçları birbirinden farklıdır. Böyle olduğu için de bu ülkelerdeki seçim süreçleri birbirinden farklı biçimlerde yaşanıyor. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde seçimler bir şenlik ve karnaval havasında geçiyor. Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda seçimler, patırtısız gürültüsüz bir biçimde, toplumun günlük yaşamında hiç hissedilmeden, adeta rutin bir görev yerine getirilirmiş gibi tamamlanıyor. Bu açılardan karşılaştıracak olursak, Türkiye’nin henüz ileri düzeyde bir demokrasiye ve seçim kültürüne ulaştığını iddia edemeyiz. Ancak Türkiye’nin, yeni yetme ve türedi bazı Afrika ve Uzak Doğu ülkelerinden ve az gelişmiş kimi Orta Doğu ülkelerinden çok daha ileri düzeylerde olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye, Tarihsel kökenleri çok eskilere dayanan çok köklü bir demokrasi mücadeleleri tarihine ve tarihte yaşanmış olan çok zengin genel seçim deneyimlerine sahip olan bir ülkedir. Bizde ilk genel seçimler 1877 Yılında yapılmıştır. Demek ki bizim bir hayli uzun ve bir o kadar da renkli bir genel seçimler tarihimiz vardır. O tarihten bu yana yapılan bazı genel seçimlere bakıldığında bu seçimlerin, yapıldıkları dönmelerde yaşanan bazı olaylara göre adlandırıldıklarına tanık olabiliriz. Örneğin 1912 Yılında yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki Partisi militanları sandık başlarını tutmuş, bazı yerlerde oy kullanmaya gelen seçmenlere hazır olarak basılmış oy pusulalarını vererek sandığa atmalarını istemişler ve itiraz edenleri ise sopalarla dövmüşlerdir. Yine bazı seçim bölgelerinde adayların sandığa yaklaşmaları ve oy sayımına katılmaları engellenmiştir. Tabii bu gibi durumlar sırasında hep çeşitli kavgalar yapılmıştır. Hatta o kadar ki, dönemin mebus adaylarından Rıza Tevfik Bey (Feylesof Rıza) anılarında, İttihatçı militanlar tarafından hastanelik edilinceye kadar dövüldüğünü, gittiği hastane masraflarının ise çok fazla tuttuğunu yazmaktadır. Bu özellikleri nedeniyle 1912 Yılında yapılan seçimlere siyasi tarihimizde “Sopalı Seçimler” adı verilmiştir. Yine, II. Dünya savaşından sonra dünyada esen liberalleşme ve demokrasi rüzgarlarının etkisi altında kalan dönemin CHP’li tek parti yönetimince; alt yapısız ve hazırlıksız olarak parlamenter demokrasiye geçiş ve bunun için de 1946 yılında birdenbire erken seçimlere gitme kararı alınmıştır. 21 Temmuz 1946 tarihinde, Cumhuriyet döneminde Türkiye’de ilk kez çok partili olarak yapılan genel seçimlere Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Demokrat Parti (DP) ve kimi seçim çevrelerinde ise bazı bağımsız adaylar katılmıştır. Ne var ki yapılan bu seçimlerde; dünya demokrasi tarihinde ilk kez "Açık oy, gizli sayım" ilkesi uygulanmıştır. Yani, seçmen vatandaş hangi partiye oy vereceğini jandarmanın ve sandık heyetinin gözleri önünde belirtmek zorunda bırakılmıştır. Bu durumda, iktidara rakip ve muhalif olan parti ve adayları tercih etmek son derece riskli ve tehlikeli hale gelmiştir. Ayrıca, seçime katılan partilerin ve bağımsızların oy oranları da bir türlü açıklanmamıştır. Bu nedenle, seçimlerden sonra, siyasi partiler ve bazı toplum kesimleri arasında seçim sonuçlarına ilişkin yapılan sert tartışmalar hiç bitmemiştir. Bu şekilde gerçekleştirilen bu seçimler de siyasi tarihimize “Ayıplı Seçimler” olarak geçmiştir. Ancak 1946 seçimleri, sonuçları itibariyle siyasal partiler ve siyasetçiler için tek başına “OY’un” ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkartmıştır. Öyle ya! Seçimleri kazanmak ve iktidara gelmek için “oy” almak gerektiğine göre, siyasetçiler arasında; öyleyse “oy” almak için her yola başvurmak, her şeyi yapmak, her vaatte bulunmak ve her ne şekilde olursa olsun seçimleri kazanmak ve iktidara gelmek mübahtır anlayışı egemen olmuştur. Ve ne yazık ki bu Makyavelist
2 / 2
anlayış kötü bir miras olarak bugünlere kadar gelmiştir. Bu nedenle siyasetçilerimiz seçim vaatlerinde bulunmakta sınır tanımamaktadırlar. Hatta bazı siyasetçilerimizin oy alabilmek için ölümsüzlüğü bile vaat edebileceklerini söylemek abartılı bir saptama olmaz. Bakalım bizim 14 Mayıs seçimlerimiz siyasi tarihimize acaba hangi özellikleriyle geçecektir. Bekleyelim ve görelim. İlginçtir, bizim ülkemizde seçimlerin yapılmaya başladığı 1877 yılından bugüne kadar yapılan seçimlerin hiç birisi aynı seçim kanunuyla yapılmamıştır. Her siyasal iktidar kendi çıkarlarına uygun yeni bir seçim kanunu çıkartmıştır. Bunun en önemli nedeni, siyasal parti yöneticilerinin her ne pahasına olursa olsun siyasal iktidardan gitmek ve iktidar koltuğunu da bir başkasına bırakmak istememeleridir. Günümüzde seçmen tercihleri çeşitli propaganda yöntem ve teknikleriyle, toplum mühendisliğiyle, algı yönetimiyle, imaj makerlıkla, siyasi reklamcılık ve pazarlamayla etkilenmeye çalışılmaktadır. Bu yöntem ve tekniklerin kurucu babası Almanya’da ırkçı ve baskıcı Nazi yönetiminin kurucusu olan Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’tir. Günümüzde aynı zamanda kamuoyu araştırma yöntem ve teknikleri de çok gelişmiştir. Bu araştırmalarda yapay zekayla desteklenmiş, işlem kapasitesi çok yüksek bilgisayarlar da işe koşulmaktadır. Türkiye’de 14 Mayıs seçimleri için de çok sayıda kamuoyu araştırması yapılmakta ve bunların sonuçları açıklanmaktadır. Bu kamuoyu araştırmalarının pek çoğu Cumhurbaşkanı adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Milletvekili Seçimlerinde ise Millet İttifakının önde olduğunu göstermektedir. Seçim meydanlarında toplanan kalabalıklar da aynı sonucu desteklemektedir. Ancak hiçbir zaman unutulmamalıdır ki sonuçları en kesin olan kamuoyu araştırması bizzat seçimlerin kendisidir. Yani eskilerin deyimiyle “Seçim sandıkta kazanılır.” Bugüne kadar yapılan seçimlerde hep sandığı kim sıkı sıkıya daha iyi tutmuşsa ve seçim sandığını kim daha iyi kontrol etmişse; seçimleri hep o siyasal partiler kazanmıştır. Bu da demek oluyor ki siyasi faaliyetlerin ve seçmen takibinin seçmen sandığa varıp oyunu kullanıncaya, hatta oylamadan sonra oylar sayılıp seçim tutanakları ve kullanılan oy çuvalları seçim kurullarına teslim edilinceye kadar kesintisiz olarak ciddiyetle ve titizlikle yapılması gerekmektedir. Seçim güvenliğinin yaygın olarak tartışıldığı bu seçimlerde, sandık kurullarınca düzenlenen ıslak imzalı tutanakların noksansız olarak parti merkezlerine ulaştırılması seçim güvenliği açısından yaşamsal derecede önem taşımaktadır. Yoksa, atı alanın Üsküdar’ı geçmesinden yakınmak, nafile bir çaba olmaktan öteye geçemeyecektir.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL