Sağlık hizmetleri, bir ülkenin sosyal refah seviyesini belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Türkiye’de, aile hekimliği uygulaması 2010 yılında başlatılmış ve bireylerin birinci basamak sağlık hizmetlerine kolay erişimini sağlamak hedeflenmiştir. Ancak, bu sistemin uygulanmasında ve genel sağlık politikalarında bazı yapısal sorunlar ve eksiklikler dikkat çekmektedir.
Aile hekimliği, kişisel sağlık hizmetlerini yerelde sunmayı amaçlayan bir sistemdir. Ancak, bu sistemin en büyük sorunlarından biri, aile hekimlerinin sorumlu olduğu kişi sayısının çok yüksek olmasıdır. Türkiye’de bir aile hekiminin ortalama 3.000-4.000 kişiye hizmet verdiği bilinmektedir. Bu durum, hekimlerin hastalarla birebir ilgilenmesini zorlaştırmakta ve sağlık hizmetinin kalitesini düşürmektedir
Örneğin, bir aile hekiminin günde 50’den fazla hastayı muayene etmek zorunda kaldığı göz önüne alındığında, her hastaya ayrılan süre genellikle 5 dakikayı geçmemektedir. Bu durum, hem hastaların sağlık ihtiyaçlarının tam olarak karşılanamamasına hem de hekimlerin tükenmişlik sendromu yaşamasına neden olmaktadır. Sağlık sisteminde yapılacak bir iyileştirme, aile hekimlerine daha az sayıda hasta yüklenmesi ve daha fazla sağlık personelinin istihdam edilmesiyle mümkündür.
Aile hekimliği sisteminin temel hedeflerinden biri, koruyucu sağlık hizmetlerini ön planda tutmaktır. Ancak, mevcut sağlık politikalarında tedaviye yönelik hizmetler ağırlık kazanırken, koruyucu sağlık hizmetlerine gereken önem verilmemektedir. Örneğin, düzenli sağlık taramaları, kronik hastalıkların erken teşhisi ve aşı kampanyaları gibi uygulamalar yeterince etkili bir şekilde yürütülmemektedir
Son yıllarda aşı reddindeki artış, koruyucu sağlık hizmetlerindeki yetersizliklerin bir göstergesidir. Devletin bu alanda yeterince bilgilendirme ve teşvik çalışması yapmaması, toplum sağlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Özellikle pandemi dönemi, koruyucu sağlık hizmetlerinin ne kadar kritik olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, pandemi sonrası bu alandaki çalışmaların sürdürülebilir şekilde geliştirilmediği de açıkça görülmektedir.
Hükümetin genel sağlık politikaları, kamu sağlık hizmetlerinin zayıflaması ve özel sağlık kuruluşlarının güçlenmesi yönünde bir eğilim göstermektedir. Kamu hastanelerindeki uzun bekleme süreleri ve randevu sistemindeki aksaklıklar, hastaları özel hastanelere yönlendirmektedir. Bu durum, gelir düzeyi düşük bireylerin sağlık hizmetine erişimini zorlaştırmakta ve sağlıkta eşitsizlikleri artırmaktadır.
Özellikle şehir hastaneleri projeleri, sağlık sistemindeki özelleştirme eğiliminin bir örneği olarak öne çıkmaktadır. Şehir hastaneleri, yüksek maliyetleri ve yönetim sorunlarıyla eleştiri konusu olmuş, devletin bu projelerle kamu kaynaklarını özel sektöre aktardığı iddiaları sıkça gündeme gelmiştir. Bu tür politikalar, halkın temel sağlık hizmetlerine erişimini engellerken, sağlık hizmetlerini ticari bir meta haline getirmektedir.
Sağlık politikalarındaki bir diğer önemli sorun, sağlık çalışanlarının haklarının yeterince gözetilmemesi ve çalışma koşullarının kötüleşmesidir. Aile hekimleri dâhil olmak üzere tüm sağlık personeli, ağır iş yükü, düşük ücretler ve fiziksel saldırılar gibi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum, sağlık çalışanlarının motivasyonunu düşürmekte ve sağlık hizmetlerinin olumsuz etkilemektedir.
Sağlıkta şiddet olaylarının artışı, hükümetin sağlık çalışanlarını koruyacak yeterli önlemleri almadığını göstermektedir. Ayrıca, aile hekimlerine uygulanan performans odaklı sistem, hekimlerin üzerindeki baskıyı artırmakta ve hasta-hekim ilişkisini olumsuz etkilemektedir.
Aile hekimliği ve genel sağlık politikaları, halkın sağlık ihtiyaçlarını karşılamada önemli bir araç olabilirken, mevcut uygulamalardaki eksiklikler bu potansiyeli sınırlamaktadır. Daha etkili bir aile hekimliği sistemi için, hasta başına düşen hekim sayısının azaltılması, koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik verilmesi ve sağlık çalışanlarının haklarının iyileştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, sağlıkta özelleştirme politikalarından vazgeçilerek kamu sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi sağlanmalıdır. Sağlık, bir lüks değil, temel bir insan hakkıdır; dolayısıyla sağlık politikalarının bu anlayışla şekillendirilmesi şarttır.