Gelişmemizin önündeki engellerden biri olan Arabesk Kültür nedir? 

Arabesk kültür, Türkiye'de 1950'lerden itibaren özellikle kentlere göç eden insanların duygusal ve toplumsal ihtiyaçlarına hitap eden bir müzik ve yaşam tarzı olarak ortaya çıktı. Bu kültür, başlangıçta kırsal kesimden büyük şehirlere gelen insanların şehir hayatına uyum sağlama sürecinde yaşadığı zorlukları, hayal kırıklıklarını ve özlemleri yansıtan bir ses olarak kabul gördü. Ancak zamanla, arabesk kültürün toplum üzerindeki etkileri ve bu etkilerin toplumu yozlaştırıp yozlaştırmadığı konusu tartışma yaratmaya başladı.

Arabesk kültür, genellikle duygusal acı, umutsuzluk ve kadercilik temalarını işleyen şarkılarla tanındı. Bu temalar, toplumun bazı kesimlerinde bir tür ruhsal ve duygusal sağaltım işlevi görürken, diğer kesimlerde ise bir tür pasiflik ve çaresizlik duygusunu pekiştirdiği düşünüldü. Arabesk kültür bireyleri toplumsal sorunlara karşı duyarsızlaştırarak, onları kaderlerine boyun eğmeye ve kişisel sorunlarını kabullenmeye yönlendirdi. Bu durum, bireylerin toplumsal değişim ve gelişim için aktif çaba göstermesini engelledi ve böylece toplumsal dinamizmi olumsuz etkiledi.

Arabesk kültür bizi nasıl etkiliyor? 

"Neden İsveç değiliz" demek yerine "iyi ki Etiyopya değiliz" dediğimiz için gelişemiyoruz. İyiyi örnek alacağımıza, kötüden ibret alıp vicdanımızı rahatlatıyoruz. İşte bizi tüketen bu arabesk zihniyettir. Arabesk kültürü iliklerimize o kadar işlemiş ki; adama "Neden okul okumadın?" diye soruyorsun, "Biz hayat okulundan mezun olduk" diyor. "Neden kitap okumuyorsun?" diye soruyorsun, "Bizim hayatımız roman" diyor. Bu zihniyetteki insanların oluşturduğu bir toplum gelişebilir mi?

Bu yetmezmiş gibi bir de Arap kültürüne özeniyoruz. Zenginleşmek ile gelişmek birbirinden farklı şeylerdir. Araplar zengindir ama gelişmiş değildir. Gelişmek değil, zenginleşmek istiyoruz. Bu yüzden de gelişmemiz zorlu süreçlerden geçecektir.

"Yoksulluk kaderdir, kadere boyun eğin" diyen din cambazlarına karşı, toplumsal dinamizmi ayakta tutmaya, halkı uyandırmaya çalışan insanlarımız işkence gördü, hapiste yattı. Hâlâ hapiste yatan, çile çeken Hatay Milletvekili Can Atalay gibi aydınlarımız var. 

Bu utançtan, bu ayıptan bir an önce kurtulmamız gerek. 

****

Birgün kurt sürüye yaklaşır.

Horoz kurdu görünce ötmeye başlar.

Horozun sesine uyanan köpek, kurdu görür ve havlamaya başlar.

Köpeğin sesine çoban uyanır, kurdu görünce yaygarayı basar.

Çobanın yaygarasına, uykusu derin olmayan köylüler uyanırlar ve kurdu kovalayıp koyunları kurtarırlar.

Sürü kurtulunca keyfe gelen köylüler horozu kesip çobana ikram ederler.

Zavallı horoz kurdu gördüğünde susmaya devam etseydi eğer, yaşamaya da devam edecekti.

Aslında mükâfat alması gereken horoz, kendi hayatından oldu.

Böyledir bu işler…

Kurban edilenler hep uyandırmaya çalışanlar olmuştur. Halkı uyandırmaya çalışan aktivistler, düşünürler; fiziksel tehditler, hapis cezaları ve başka türlü baskılara maruz kalmışlar, tehditler bu kişilerin çalışmalarını zorlaştırmıştır. Bu zorluklar, halkı uyandırmaya çalışan kişilerin daha yaratıcı, dirençli ve stratejik olmalarını gerektirmektedir. Ancak tarih boyunca birçok örnekte görüldüğü gibi, bu çabalar uzun vadede önemli değişimlere yol açabilmektedir.

Yani yolumuz uzun, dikenli ve taşlı… 

Behice Boran’ın, insanlığın büyük hayali için çıktığı, o "uzun ve kahırlı yol" da çektiği büyük acılara, sıkıntılara rağmen, faşizm koşullarında bile büyük bir direnç sergileyip, "sosyalizm" idealinden hiç geri durmadan, son nefesine kadar Sosyalist Türkiye mücadelesi vermesi yolumuza ışık tutmaktadır.