Son haftalarda kamuoyunun gündemini bir hayli meşgul eden “Sokak Hayvanları Yasa Tasarısı” geçtiğimiz Pazartesi günü TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı.
Son haftalarda kamuoyunun gündemini bir hayli meşgul eden “Sokak Hayvanları Yasa Tasarısı” geçtiğimiz Pazartesi günü TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Şimdi iş, söz konusu yasanın Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesine kaldı. Hiç hesapta kitapta ve akılda fikirde yokken, şu Temmuz sıcaklarında yasanın birdenbire Meclis gündemine getirilmesi, akıllarda pek çok olumsuz düşüncenin ve çeşitli soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu. Çeşitli toplum kesimleri, özellikle de muhalefet ve hayvan hakları savunucusu çevreler, yasanın bu şekilde çıkmaması için çeşitli gösteriler yaptılar. Yasaya ilişkin çekincelerini dile getirdiler. Ancak Cumhur İttifakı Partileri, bu önerilerin ve tepkilerin hiç birisini dikkate almadan yasayı hızla Meclis’ten geçirdiler. Yasanın Meclisten geçmesinin hemen ardından, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, tabii son derecede haklı olarak, Yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götüreceklerini ve yasanın iptalini isteyeceklerini açıkladı. Kanımca, normal koşullarda; Türkiye’nin de 28 Kasım 2003 tarihinde onayladığı, 18 Kasım 1999 tarihli “Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi'ne” ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından onaylanmamış olması nedeniyle yasal bağlayıcılığı olmayan ancak, gelişmiş bir uygarlık düzeyinin göstergelerinden birisi olması bakımından bir hakkaniyet, prestij ve ciddiyet belgesi olan ve BM’ye bağlı Türkiye’nin de üyesi bulunduğu saygın bir uluslararası örgüt olan UNESCO tarafından 2011 tarihinde yayımlanmış bulunan “Hayvan Hakları Bildirgesi’ne” açıkça aykırı hükümler taşıması nedeniyle bu yasanın Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi beklenmektedir. Tabii bu aşamada; yasal sürecin nasıl gelişip nasıl sonuçlanacağını sükûnetle beklemekten başkaca herhangi bir seçeneğimiz de bulunmamaktadır. Yasanın hem kamuoyunda tartışılması ve hem de TBMM’de görüşülmesi sırasında, kimi uzmanlar ve gazeteciler ve kimi siyasetçiler yasayı çeşitli biçimlerde isimlendirdiler. Kimileri buna Kanlı Yasa, Katliam Yasası adını verdiler. Kimileri ise buna Ötenazi Yasası dediler. Ancak, bu yasaya hangi adı verirseniz verin bunun adı düpedüz bir Köpek İtlafı Yasasıdır. Çünkü, adı her ne kadar Sokak Hayvanları Yasası olsa da bu çok büyük oranda hedefine köpekleri koyan bir yasadır. Bunun da en önemlisi dinsel olmak üzere çok çeşitli nedenleri vardır. İşte tam da bu noktada, bir durum tespiti yapmak çabasıyla ifade etmemiz gerekirse; siyasal iktidarı destekleyen kimi mezhep ve tarikatlar içerisindeki bazı kimselerin, köpeği necis (murdar/pis) olarak telakki ettikleri ve köpek beslemeyi ise günah veya mekruh saydıkları ve bu nedenlerle ise, köpek beslemeyi hoş karşılamadıkları gözlenmektedir. Hatta halkımızın büyük bir çoğunluğunun da bu görüşte olduğunu söylememiz mümkündür. Dinsel referanslarla Köpek beslemeye karşı olanlar bu görüş ve inançlarını İslam dininin Peygamberi Hz. Muhammed’in bazı uygulamalarına ve hadislerine dayandırmaktadırlar. Bilindiği üzere, Hz. Muhammed’in yaşadığı yıllarda “Müezza” isimli bir kedi beslediği bilinmektedir. Ancak bu nedenle olsa gerektir ki, köpeklerin itlafından söz edenler, bu tartışmalar sırasında kedilerden hiç bahsetmemektedirler. Yine bir rivayete göre yaşadığı yıllarda Hz. Muhammed, bir hadis-i şerifinde “içerisinde resim, cünüp ve köpek bulunun eve rahmet melekleri girmez” diyerek Medine’deki bütün köpeklerin itlafını emretmiştir. Ancak daha sonra sürü sahiplerinden ve avcılardan gelen bazı talepler üzerine Hz. Muhammed, “av ve çoban köpeklerini bu itlaftan hariç tutmuştur.” Görüldüğü gibi İslam tarihindeki bu uygulamalarda bile mutlak bir itlaf söz konusu değildir. Bu nedenle söz konusu sünnet ve hadisler, günün talep ve ihtiyaçlarına göre olumlu bir biçimde yeniden de yorumlanabilir. Tabii sokak hayvanları sorunu öyle ilk bakışta görüldüğü gibi sıradan ve basit bir konu değildir. Çünkü bu sorunun kökenleri tarihin derinliklerine kadar dayanmaktadır. Bu tarihsel süreçte özellikle köpeklerin özel bir yeri vardır. Bilindiği gibi köpekler, insanlara en yakın ve insanların ilk evcilleştirdikleri canlılardır. Köpeklerin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Köpekler, ilk insanın ortaya çıktığı günden bugüne kadar, hep insanlarla birlikte olarak bugüne kadar gelmişlerdir. Her dönemde insanlara derin duygularla bağlanan köpeklerin günümüzdeki eğitimleri, işlevleri ve insanlara yardım şeklinde yaptıkları hizmetler de değişmiştir. Gönümüzde köpekler genellikle arama kurtarma köpeği, narkotik köpeği, posta köpeği, kızak köpeği, bekçi köpeği, av köpeği, çoban köpeği ve görme engellilerle yaşlılara yol gösterme köpeği olarak kullanılmakta ve insanlara yardım ve hizmet etmektedir. Kimi zaman bazı sirklerde çok özel ve güzel gösteriler yaparak insanları eğlendirmektedir. Bizim kültürümüzde köpeklerin çok önemli
bir yeri vardır. Köpek kelimesinin bizim dilimize Kıpçak dilinden geçtiği tahmin edilmektedir. Köpek sözcüğünün Türkçesi “it”tir. Bu sözcüğe ilk olarak Orhun Yazıtlarında yer verilmiştir. Günümüz Türkçesinde hala köpek sözcüğü ile birlikte “it” sözcüğü de kullanılmaktadır. Aynı sözcük yine günümüz Yakutçasında “ıt” olarak yer almaktadır. Kıpçak dilinde “kabarmak, irileşmek” anlamına gelen köpek sözcüğünün ülkemizdeki kullanımı ise muhtemelen 1400’lü yıllarda yaygınlaşmıştır. 1200’lü yıllarda yaşamış olan ünlü Selçuklu vezirlerinden birisi ise, bilindiği üzere Sadettin Köpek adını taşımaktadır. Tabii o yıllarda “köpek” sözcüğü hakaret anlamı taşımıyordu ve “sadık, güçlü ve korkusuz” gibi istendik anlamlar taşıyordu. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı göçebe toplumlarda köpek besleme alışkanlığı adeta zorunlu bir ihtiyaç olarak varlığını hep hissettirmiştir. Bu nedenle, Osmanlılar döneminde yaşayan Osmanlı tebaalarında sokak hayvanları ve özellikle de köpek sevgisi hep yüksek ve yaygın olmuştur. Tabii köpek popülasyonunun arttığı dönemlerde de bazı sürgün ve itlaf olayları yaşanmıştır. Tarihimizdeki bilinen ilk köpek sürgünü ve itlafı olayı 19'ncu yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Padişahı II. Mahmut Döneminde meydana gelmiştir. O zamanki Başşehir İstanbul'da gece saatlerinde dolaşan bir İngiliz yurttaşının sokak köpekleri tarafından saldırıya uğraması ve bunun sonucunda yaralanması nedeniyle İngiltere hükûmetinden ültimatom alan II. Mahmut yönetimi, aniden çıkartmış olduğu bir kararla kentteki bütün köpeklerin Sivri Ada’ya gönderilmesini emretmiştir. Bu emir gereğince, İstanbul'da belki de tek bir köpek kalmayana kadar tüm köpekler toplanmış ve Sivri Ada’ya götürülerek oraya terk edilmiştir. "Hayvanlara ve özellikle de köpeklere eziyet etmenin uğursuzluk getireceğine inanan halk bu olaya tepki göstermeye ve isyan etmeye başlamıştır. Bu tepki üzerine; sürgünde sağ kalan köpekler, adadan alınarak yeniden İstanbul sokaklarına salınmıştır. Çok ilginç bir tesadüftür ama, halkın söz konusu ettiği 'uğursuzluk' da II. Mahmut’un başına gelmiş; Mısır’da isyan eden Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın orduları Kahire'den kalkarak Kütahya'ya kadar girmiş ve II. Mahmut’a çok zor günler yaşatmıştır. İkinci olarak Sultan Abdülaziz döneminde sokak köpeklerinin tekrardan toplanarak Sivri Ada’ya sürgüne gönderilmesine yönelik karar çıkartılmış ve İstanbul’daki köpekler toplanarak bu adaya gönderilmiştir. Garip bir tesadüftür ki, bu olaydan sonra Çemberlitaş'tan Kumkapı'ya kadar uzanan büyük bir yangın çıkmıştır. İstanbul halkının büyük bir çoğunluğu bu olayı "köpeklerin laneti" olarak değerlendirmiş ve dönemin Hükûmetine tepki göstermeye başlamıştır. Bunun üzerine Padişah kanunu geri çekerek köpeklerin tekrardan şehre geri dönmesini sağlamıştır. Köpekler için üçüncü ve asıl büyük facia 3 Haziran 1910 günü yaşanmıştır. 1910’lu yıllarda ülkeyi tek başına ve mutlak bir otoriter yönetimle yönetmekte olan dönemin İttihat ve Terakki Hükûmeti, modernleşme hareketleri kapsamında İstanbul'daki köpeklerden kurtulmanın bir yolunu bulmak için tekrardan çeşitli arayışlar içine girmiştir. Bunun için İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) Suphi Beyi görevlendirmiştir. Belediye Başkanı Suphi Bey İstanbul'daki bütün köpeklerin yeniden Sivri Ada' ya yollanmasını emredince birkaç gün içinde 80 bin civarında köpek toplanmıştır. Büyük bir acele ve koşuşturmaca içerisinde yürütülen bu toplama işlemi devam ederken halk bu toplama işlemine adeta isyan etmiştir. Ve bir baskın yaparak, adaya gönderilmek üzere Tophane rıhtımında bekletilen bir gemide tutulan binlerce köpeği kurtararak sokaklara salıvermiştir. Kurtarılan bu 80 bin köpek kısa sürede yeniden toplanmıştır. Bu kez aynı baskın olayının yaşanmaması için Tophane’de bekletilen geminin etrafı askerlerle çevrilmiştir. Köpekleri artık Tophane’de daha fazla bekletme olanağı kalmayınca, 3 Haziran 1910 tarihinde köpeklerin kentten uzak bir yer olan Sivri Adaya gönderilmesi emri verilmiştir. Bundan sonra Sivri Ada’ya götürülerek oraya bırakılan köpekler tamamen kaderlerine terk edilmiştir. Bazı hayvanseverler bir süre onlara yiyecek taşımışlardır ama, bir süre sonra bu yardım işi de imkânsız bir hale gelmiştir. Bunun sonucunda tamamen aç ve susuz kalan Köpekler, çaresizlikten birbirlerini yiyerek can vermeye başlamışlardır. O zamanki bazı görgü tanıklarının anlattığına göre bu şekilde açlık ve susuzluktan can veren köpeklerin acı çığlıkları Anadolu Yakası sahillerinde duyuluyor ve sabahlara kadar dinmiyordu. Köpek ölümleri nedeniyle 2-3 yıl boyunca tüm Anadolu Yakası sahilleri kokudan yaşanamaz hale geldi. İstanbul halkı bu suçtan dolayı çok üzgün ve çok çaresizdi. Pek çokları sahildeki evlerini kapattılar. Bu olay nedeniyle son derece üzgün ve şaşkın olan halk arasında köpeklere dokunmanın büyük bir lanete yol açacağı düşüncesi yayılmaya başladı. Yine ilginç bir rastlantıdır ki, Köpeklerin adaya gönderilmesinden iki yıl sonra
Marmara Denizi'nde şiddetli bir deprem meydana geldi. Bu deprem, İstanbul ve Tekirdağ gibi illerde ciddi hasar ve zararlara neden oldu. Yine aynı yıl, Balkan Savaşları başladı. Bu savaşlarda büyük bir bozgun yaşayan Osmanlı Devleti, Balkanlar'da hemen hemen şimdiki Türkiye kadar olan topraklarını kaybetti. Bu olaylar sonucunda bazı vatandaşlar, başlarına gelmiş olan bu felaketleri adaya sürülen "köpeklerin laneti" olarak değerlendirdiler. Ve Sivri Aday’ı artık Hayırsız Ada olarak anmaya ve adlandırmaya başladılar. Hayırsız Ada’nın trajik öyküsü kısaca böyle. Şimdi başlıktaki sorumuza gelecek olursak. Acaba yeni “Sokak Hayvanları Yasası” yeni bir Hayırsız Ada faciasına neden olabilir mi? Tabii köprülerin altından çok sular geçti. Öyle zannediyorum ki hayvanseverlerimiz, duyarlı halkımız, yasanın çıkmasını engellemek için var gücüyle mücadele eden muhalefet partilerimiz, gerçekten bağımsız olan yargı organlarımız, her zaman haksızlık ve hukuksuzlukların karşısında olan gerçek basınımız ve sorumluluğunun bilincinde olan özellikle CHP’li belediyelerimiz böyle bir facianın bir daha yaşanmasına asla müsaade etmeyeceklerdir.
MEÜ E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL