Her türlü ''yerli ve milli'' ajitasyon ve algıları kabullenen bir kitlenin siyasi tercihlerinde ketum davranacağının tarihsel örnekleri çoktur.

Benim yaşımdakiler, yani 60 ve sonra doğanlar 12 Eylül Darbesi de dâhil Türkiye’nin son 40 yılda geçirdiği siyasi bunalımına/bitmek bilmeyen krizlerine şahittir.12 Eylül öncesinde yaşanan siyasi atmosferi ve o cendere içindeki sağ-sol politik mücadeleyi şimdilik bugünkü Türkiye’den ayırıyorum. O dönemin muhasebesini yapmak ayrı bir çalışma gerektiriyor.

Buradaki amacım 12 Eylül’den sonra kitlelerin hak temelli mücadelede siyasi otoriteye gösterdiği/göstermediği itiraz ve refleksleri anlamlandırmak.

12 Eylül askeri darbesinden sonra yönetimi devir alan askeri cunta, darbe öncesi dönemini Türkiye’nin bekası açısında bir güvenlik zafiyeti olarak değerlendirmiş ve 1980-83 ara döneminde bugünkü Türkiye’nin anayasasını kendi zihniyet paradigmasına göre hazırlamıştı.12 Eylül anayasasını hazırlayanlar ‘’devletin bekası’’ üzerinde o kadar titiz çalışmışlardı ki, anayasaya ‘’insan’’ unsurunu koymayı akıl edememişlerdi. Bizde kırk yıldır bu anayasa ile ortadan kaldırılan ‘’insan’’ı yerine koymaya çalışıyoruz. Şimdiki çürümüşlüğün tarihsel arka planında cuntanın o zamanki marifetleri var.

12 Eylül hareketinden sonra Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren, bu müdahalenin gerekçelerini şu şekilde sıralamıştır.

1. Milli birliği korumak

2. Anarşi ve terörü önleyerek can ve mal güvenliğini tesis etmek

3. Devlet otoritesini hâkim kılmak ve korumak

4. Sosyal barışı, milli anlayışı ve beraberliği sağlamak

5. Sosyal adalete, ferdi hak ve hürriyete ve insan haklarına dair layık ve cumhuriyet rejimini işleri kılmak

6. Sivil idareyi yeniden tesis etmek

Görüldüğü gibi bu altı maddenin hepsi devletin ‘’milli beka’’ retoriği üzerine kurgulanmıştır.

Şimdi sıra cuntanın bu hedefini gerçekleştirecek, uzun vadede ‘yerli ve milli’’ ve tarihsel ‘’müesses nizamı’’ koruyacak yurttaş üretmek olacaktır.

Cunta işe önce solu bir tehlike olmaktan çıkarmakla başladı.

Dönemin İHD Genel Başkanı Nevzat Helvacı’nın 21 Eylül 1991’de Muğla’da bir panelde açıkladığı verilere göre 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren ve kendilerine Milli Güvenlik Konseyi adını veren generallerin 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasında neden olduğu ihlaller şöyledir;

· 650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,

· 1 milyon 683 bin kişi, komünist, alevi, Kürt, dinci, şeriatçı denilerek fişlendi,

· Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı,

· 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi,

· 124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,

· Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 ASALA militanı),

· İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi,

· 500 kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,

· 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargılandı,

· 388 bin kişiye pasaport verilmedi,

· 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,

· 525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,

· 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,

· 30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,

· 366 kişi “kuşkulu bir şekilde” öldü,

· 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi,

· Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,

· 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,

· 14 kişi açlık grevinde öldü,

· 16 kişi “kaçarken” vuruldu,

· 95 kişi “çatışmada” öldü,

· 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi,

· 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi,

· 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,

· 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,

· Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.

· 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,

· 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,

· Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,

· 31 gazeteci cezaevine girdi,

· 300 gazeteci saldırıya uğradı,

· 3 gazeteci silahla öldürüldü,

· Gazeteler 300 gün yayın yapamadı,

· 13 büyük gazete için 303 dava açıldı,

· 39 ton gazete ve dergi imha edildi,

· Yüzbinlerce yayına el konuldu ve imha edildi. Sadece Bilim ve Sosyalizm yayınlarına ait 113.607 kitap yakıldı. Yayınevi sahipleri gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü. İlhan Erdost işkence yapılarak öldürüldü.(1)

Askerler Süleyman Demirel’in ‘’’bana sağcılar suç işledi dedirtemezsiniz’’ şiarıyla solu ve hak temelli bütün yapıların üzerinden silindir gibi geçtiler.

Şimdi her taraf dikensiz gül bahçesi olduğuna göre bu bahçede hiçbir yabancı otun bitmemesi gerekirdu. Zaten bahçe-orman metaforunu batı beyaz ırkının siyahları ötekileştirmek için sık kullandıkları bir söylem değil miydi?

12 Eylül darbecileri yönetimi uluslar arası liberalizmin Türkiye şefi Turgut Özal’a teslim ettiklerinde, aynı zamanda komünizm tehlikesinin yeniden hortlamaması için de ABD’nin Ortadoğu’da ki siyasal İslam’ın hedefleri doğrultusunda, eğitimin dincileştirilmesi ve aynı zamanda tarihsel müesses nizamın hedeflediği ‘’Türk-İslam sentezinin odağına uygun düşen ‘’makbul yurttaş’’ stratejisini de ‘’ekte’’ Özal ve tarikatlarla organik ilişkileri olan ailesine sunmuşlardı.

İşte bugün, Türkiye halklarının bunca zulüm, baskı,yoksulluk ve insan hakları ihlallerine rağmen Erdoğan gibi bir politikacının arkasında durması, onu bir peygamber gibi kutsallaştırmasının arkasında 12 Eylül’den bu yana eğitimle dönüştürülen kaderci ve biat eden bir sosyolojinin çoğunlukta olmasıdır. Bu sosyolojinin üzerinde oturduğu temel paradigma, yukarıda belirttiğim gibi ‘’devletin milli bekası’’ retoriği üzerine inşa edilmiştir.

Her türlü ‘’yerli ve milli’’ ajitasyon ve algıları kabullenen bir kitlenin siyasi tercihlerinde ketum davranacağının tarihsel örnekleri epeyce çoktur. Şu anda Türkiye’de temel insan hakları da dâhil iktidarın yanlışları karşısında zincirlerini kıramayan bir sağ ve muhafazakâr sosyolojinin var olmasının neden-sonuç ilişkisini bu bağlamda değerlendirmek gerektiğini öngörüyorum.

Her zaman kütleye dönüşme potansiyeli bulunan bu kitleden bir fayda gelmez.

İnsan ve hayvan hakları sorunlarında, çevre katliamlarında bu kitlenin otoriteye itiraz gibi bir derdi olmaz..

(1).İHD Web sayfası.12.Eylül 2022